29 Ocak 2009

Numaradan Diyaloglar - IV

Ocak 29, 2009
Kuaför

Zaman zaman yaşadığım şeye inanamıyorum. Yok olmuyor, düşünüyorum, kurguluyorum yok... Aklıma mantığıma sığdıramıyorum. Telefon açıp konuşmayan, yada telefona üfleyen püfleyen sapıkların yaptıkları da ben de bu etkiyi yaratıyor. Bu sefer bir telefon sapığı harici ilk defa bu durumu yaşadım, anlam veremedim... Düşündüm, düşündüm de çıkamadım işin içinden..

Akıl karışıklığıma bir an önce son vermek için sizi numaradan bir diyaloğa bırakıyorum efenim. Buyurunuz...

Tam da telefonun başında, alakasız bir konudan muhabbet ederken telefon çalar ve olaylar zuhur eder:

Aziz: Efendim?
Kadın: Aa, yanlış aradım zannedersem..
Aziz: Nereyi aramıştınız?
Kadın: Kuaförü aramıştım da yanlış çevirdim zannedersem.
Aziz: Evet, yanlış(!) çevirmişsiniz.
Kadın: Kusura bakmayın.
Aziz: Önemli değil, güle güle...

Hepinizin aynı tepkiyi verdiğini biliyorum: "Olay nerede? Sıradan bir diyalog bu."

Siz kendinizi yormadan ben açıklayayım durumu. Telefon eden hanım efendi İstanbul'dan arıyor. Kayseri'de yaşadığımı hatırlatmama zannedersem gerek yok. Yorum sizin...

28 Ocak 2009

Mim Delileri

Ocak 28, 2009
3 Blogger (angie, onurCUK, ZizÃ) aynı çatı altında olunca paso birbirimize postaladık gelen mimleri. Bu mimin farkı angie'den sipariş etmiş olmam..

Uzatmadan dört dönüyorum efenim...

Yaptığım 4 iş:
  • Yazmak: 13 yıldır öyküydü, şiirdi karalıyorum bir kenara... Durmuyor kalemim, dursun da istemiyorum zaten...
  • Astronomi: Hayatımın iki aşkından birisi... 19 yıl önce başladı bu sevda, profesyonel hayatıma bile girdi. Özelim falan kalmadı.. :)
  • Tiyatro: Hayatımın iki aşkından birisi... 10 yıldır yutuyorum sahnenin tozunu, çıkmaz artık içimden, çıkmasın da zaten...
  • Eğlenmek: Nerede eğlence ben orada.. Daha ötesi yok!

Defalarca izleyebileceğim 4 film:
  • Before Sunrise (1995): Richard Linklater'ın kaleminden çıkan ve yine onun yönettiği Ethan Hawke ile Julie Delpy'nin oynadığı muhteşem film.
  • 50 First Dates (2004): Adam Sandler ile Drew Barrymore'un muhteşem filmi. Tek bir cümle yetiyor aslında: Aşk nelere kadirdir.
  • Kingdom of Heaven (2004): orijinalını tam olarak yansıtamasa da hoşgörü'yü ön plana çıkaran güzel yapıt.
  • Eşkiya (1996)

Yaşadığım 4 yer:
  • Denizli: Orada doğdum, orada büyüdüm. Hayatımın 19 yılı orada geçti. Yerlisi olduğum için ayrıca gurur duyduğum memleketim.
  • İzmir: Bizzat yaşamasam da çocukluğumun büyük bir çoğunluğunu geçirdiğim yer. Ayrıca doğumumdan sonraki 4,5 saati atarsan hayatımın ilk 3,5 haftası burada geçti. Behçet Uz Çocuk Hastanesi'nde.
  • Kayseri: 4,5 yıldır yaşadığım şehir.
  • İstanbul: Bizzat bu şehirde yaşamasam da bir yılın toplamda en az 3-4 ayını orada geçiriyorum. Bir çok İstanbullu arkadaşımdan da iyi biliyorum İstanbul'u..

İzlediğim 4 program:
  • Lost: Açıklama yapmak istemiyorum.
  • How I Met Your Mother: Hayatıma "Kids, now, I'll tell the story of how i met your mother!" diye girip 4 yıldır halen çıkmamış olan güzel dizi.
  • Anında Görüntü Show: veee, Perdeee....
  • Canım Ailem: Evcek hastası olduğumuz, Uğur Yücel'in süper dizisi... Canım Ciğerim, izlenir bu dizi ya, anam babam...
Tatil için gittiğim 4 yer:
  • Fethiye, Çalış: Mekan olarak ise hayatımın aşkı burasıdır işte... Hayatımın bir kısmı da tatillerle burada geçti.
  • Turunç: Çocukluğum diyebileceğim bir dönemde hayatımın tartışmasız en güzel günlerini geçirdiğim güzel yer.
  • Didim: Bir zamanlar yazlığımızın bulunduğu, günü birlik gidebileceğimiz mesafedeki sevdiğim tatil mekanı..
  • : Gökova'ya giderken Sakar geçidinden geçersiniz. Sakar geçidinde belli bir yere geldiğinizde aşağıdan Gökova size merhaba der. İşte tam o esnada Sakar geçidinden bir duvara yazılmış bir yazı anlatır size her şeyi ve seviyorsanız birazcık yüreğinize dokunur: "Doyum olmaz sana Gökovam!"

Sevdiğim 4 yemek:
  • Lahana Sarması: İstisnasız bir numaram.
  • Patatesli Bezelye
  • Annemin Tepsi Böreği
  • Çılbır

Şu anda bulunmak isteyeceğim 4 yer:
  • Denizli
  • Turunç
  • Sydney
  • Sevdiğimin yanı...

Bir yağmur damlası olsam düşeceğim 4 yer:
  • Sevdiğimin toprağına...
  • Annemin yanağına...
  • Güzel kaktüslerimin tam üzerine (onların haftada bir ihtiyaç duydukları bir damla su ben olayım isterdim)...
  • Kozağaç'a...
Ben savdım sıramı, sobeliyorum o halde, yazmadılarsa perişte ve esrik öfke...

Börekçi Geldi Haanıııımm!

Ocak 28, 2009

2 gün önce feci börek krizim tuttu... Dayanamadım, börek de börek diye.... Angie ile birlikte malzeme almaya gittik... Sonra daldım mutfağa, malzemelerimi hazırladım, sardım böreklerimi, kızarttım da bir güzel yağda.... Mis oldular, süper oldular...

Malzemelerle de oynadık önce azıcık... Ortaya yukarıdaki şeytanvarii sebze adamı şıktı...

Sonra yapım aşamasına geçtim... Ne kullandım iç malzemesi olarak: Sosis, peynir, kırmızı biber, patates ve maydanoz. 8 çeşit başarılı börek çıkardım ortaya... Neydi bu çeşitler:

  • Peynirli
  • Sosisli
  • Patatesli
  • Kırmızı Biberli
  • Peynirli-Kırmızı Biberli
  • Acılı-Patatesli
  • Sosisli-Patatesli
  • Peynirli-Sosisli

Yukarıda saydığım çeşitler arasında Peynirli-Sosisli hariç hepsinde maydanoz bulunmakta. Yumurtalayıp, galeta ununa buladığım böreklerim kızara dursun o esnada artan yufkaları küçük kareler şeklinde kestim. Artan sosisleri de dildim kenarlarından. Böreklerimin tamamını kızarttıktan sonra sıra kare şeklindeki yufkalara ve artan sosislere geldi... Onları da hallettikten sonra menümüzde bulunan her şeyi afiyetle yedik. Bir de böreklerin hepsini kızarttıktan sonra rastgele dizdim ki, yerken sürpriz olsun diye.. Adını da sürpriz börek koyduk... :)


26 Ocak 2009

Numaradan Diyaloglar - III

Ocak 26, 2009
Kürt Kenan

Her şey bir kenara, bir de yanlış numarayı çevirdiği halde kendini haklı çıkarmaya çalışan yada karşı tarafı azarlayan tipler de var. Arayan kişinin "Yanlış numara madem ne açıyorsun, baksana telefonuna kim arıyor?" şeklinde bir cümle kurduğuna arkadaşım şahit olmuş. Bazı insanların doğar doğmaz "Elim ayağım tutaydı da gösterseydim kıçıma şaplak atmak ne demekmiş, doktor müsvettesi!!!" dediğini düşünmekteyim böyle olaylardan sonra...

Bu konu uzar gider.... O yüzden burada kesiyor, sizleri numaradan bir diyalogla başbaşa bırakıyorum...

Sıradan bir günde, mutfakta sakin sakin kahvaltı yapılmaktadır. Birden çalan telefon duyulunca koşa koşa telefona yetişilir ve olaylar gelişir:

Aziz: Efendim?
Adam: Alo, koçum naber, nasılsın?
Aziz: Pardon ben çıkaramadım sizi?
Adam: Çıkaramadın ha, bak sen! Düşün bakalım bir...
Aziz: Yani, ses de çok tanıdık gelmedi ama...
Adam: Ulan var ya, Kenan ben!
Aziz: Kenan???
Kenan: Tanımadın mı hala be!
Aziz: Düşünüyorum ama....??
Kenan: Yahu, Kürt Kenan ben, Kürt Kenan! Hala mı tanımadın?
Aziz: Afedersiniz ama tanımadım.
Kenan: Ya, hay.... Tamam, kapat kapat!!
Aziz: ??!
Kenan: Çat.... dııııt dıt dıt dıt dıt....

Yanlış numara çevirmek sorun değil. İnsanlarla saçma konuşmalar yapmak, yanlış aramadığını diretmek de bir nebze kabullenilebilir. Fakat, bu nedir? Yanlışlıkla aradığın kişiyi azarlamak! Yok efenim, tanımıyorum ben Kürt Kenan falan...

Sessiz Tanık

Ocak 26, 2009

1960 yılında açılmış ve Türkiye'nin en eski stadlarından birisi olan Kayseri Atatürk Stadı yıkıldı. Bir stadın yıkılması ne ifade edebilir, ne önemi var diyebilirsiniz. Kayseri Atatürk Stadı kendi geçmişinin hüzünlü ve sessiz tanığı idi.

Kayseri olayı olarak tarihte yerini alan olayın yaşandığı yerdi orası. Bir futbol, bir insanlık faciasının yaşandığı yer olarak belki akıllarda kalacak. 40 kişinin öldüğü 300'den fazla kişinin yaralandığı bir maça tanıklık etti o stad. Bir futbol maçı nasıl olurda bir iç savaşa döner tanıklık etti tüm insanlık.

Atılan gole sevinen, ekmek parası derdindeki küçücük bir çocuğun sevincini kıskanmak nelere mal olmuştu... En başta o güzel ufaklığın, sonrasında staddan kaçmaya çalışan 39 kişinin hayatına...

"16.30'da olaylar başlayınca apar topar soyunma odasına götürüldük. Bizim başımıza bir bekçi dikip gittiler. 21.30'a kadar orada kaldık. Sadece çığlıkları duyuyorduk. Bizi bir bekçinin koruduğunu bilseler bizi öldürürlerdi herhalde..." sözleriyle anlatıyordu o günü Sivassporlu futbolcu Yusuf Ziya Söyler.

Bir gol, Kayseri'de kundaklanan arabalar, Sivas'ta saldırıya uğrayan onlarca işyeri, yakılan bir otel... Yasaklanan şehirler arası seferler, tutulan yollar...

Bir meşin yuvarlak nasıl olur da 40 cana mal olur? Benim aklım almıyor... Giden 40 cana mı yanmalı, ailelerine, bekleyenlerine mi?

"Keşke ayağım kırılsaydı da gol atmasaydım. Dün gece uyuyamadım. Gözlerimin önüne tribünlerdeki insanların hali gelince ağlamadan edemedim...." cümleleriyle anlattı içinde yaşadıklarını, olaylardan hemen önce Kayserispor'un golünü atan Oktay Aktan.

Bu kanlı geçmişin tek gerçek tanığıydı Kayseri Atatürk Stadı, ve yıkıldı... Belki de, kendi içindeki vicdan azabından kurtuldu, hüzünlü ve sessiz tanık...


Şehrin en gözde, en işlek caddesi Sivas Caddesidir. O cadde Sivas'a doğru gider lakin hayatını kaybeden Sivaslılara atfendir caddenin adı, Sivas'a gittiğinden değil. Bir gün eğer yolunuz düşerse Kayseri'ye ve eğer giderseniz Sivas Caddesi'ne, bir dakika için anın onları, içinizde taşıdığınız sevgi ve barış adına hatırlayın onları ve sonra barışı dileyin, barışı çağırın içinizden... Çocuklarımızın yüzlerinden mutluluk eksik olmasın, hiçbir sevinç hayatlara mal olmasın diye!




=Kanlı Gol=

Söz-Müzik: Y. Tunç
Okuyan: Rıza Aslandoğan

Kırılsaydı ayağım, atmazdım golü
Mahşere döndü stadın yolu
Ölenler 40 kişi, yaralı dolu
Olur mu allahım, böyle olur mu?
Bir golün yüzünden adam ölür mü?
Maça gidem dedim, yuvam bozuldu
Sıkıntıdan ciğerlerim ezildi
Duyan ahbaplarım yola dizildi
Olur mu allahım, böyle olur mu?
Bir golün yüzünden adam ölür mü?
Sivas'ın yolları dökülür gider
Cenazeler yola dizilir gider
Nicelerin evi yıkılır gider.

(Maç anısına yapılan plaktan)

25 Ocak 2009

Kimsecik

Ocak 25, 2009
"Silme bir ayışığı köyün koyağını ağzına kadar doldurmuştu. Salman taş avlunun köşesinde kıpırtısız duruyor, duyulur duyulmaz bir türkü mırıldanıyordu, bir hoş, bir eski zaman türküsü..."

İçimden geldiği gibi beni mimlediğinde en yakınımda duran ilk kitabın, ilk satırlarıydı bunlar. Satırların sahibi ise Yaşar Kemal!

Yaşar Kemal'in kendi geçmişinden esinlerek yazdığı, Kimsecik üçlemesinin ilk kitabıdır Yağmurcuk Kuşu. 1. Dünya Savaşı'nda Van'dan Adana'ya göç etmek zorunda kalan bir aileyi anlatır kitap. Nobel ödülüne layık bir üstadın kaleminden çıkmış güzel bir eser olarak raflarınıza girmeli...

"Dağın, kale boynunun bütün çekirgeleri onun kekliği içindi." diyor üstad, kitabın 161. sayfasının 5. cümlesinde...

Rafımda yığılan dev eserleri görünce fazlasıyla hak etmiş Nobel ödülünü diyorum, kendi kendime. Almamış, alamamış, kurcalamıyorum... henüz başlamadım Yağmurcuk Kuşu'na ama amacım bir gün o koca kitap yığınını bitirmiş olmak.

Son kez kimleri sobeleyeceğimiz konusuna geliyorum. 5 kişiyi sobelemem istenmiş. Lakin kabaca bir hesapla bu mimin gönderildiği herkes farklı 5 kişiye atarsa topu daha 11. turda 48.828.125 kişi mimlenecek demektir. Keşke bu kadar yazanımız olsa diyorum ama henüz bu kadar okuyanımız bile yokken hayal gibi geliyor... Neyse, uzatmadan (yazmadılarsa) sobeliyorum: onurCUK, angie, witchie, Üfürükten Prenses ve Pijamalı Kontes


(İçimden geldiği gibi'ye teşekkürler.)

"Kişne Bakem At Gibin!"

Ocak 25, 2009
Dün oldu. Kayseri'nin göbeğinde iki tinerciye rastladım. Hem de gündüz vakti. Ama hiç öyle sıradan tinerci tipleri düşünmeyin. Bunlar farklıydı, zira 50'li yaşlarında bir karı-koca idi.

Evet, ben de yeteri kadar şaşırdım lakin olayın ilginç tarafı onların tinerci olduğunu anlamamdan önceki kısım:

Migrostan alışveriş yaptım ve çıktım, otobüs durağına yürüyorum. İlerdeki yuvarlak banklarda iki kişi oturuyor yan yana. Sağdakini seçemedim adam kapattığı için fakat adamı şehrin göbeğinde uluduğu için seçebiliyordum. N'oluyor diye baktım adam bir daha uludu. Yaklaşınca yanındaki kadını gördüm ve verdiği telkini duydum: "Bi daha ulu!"

Adam üçüncü kez uluduktan sonra tekrar hava aldı*. O anda beni bitiren telkini duydum: "Şimdi bi de kişne bakem at gibin!" Evet adam kişnedi, bildiğinizi at gibi ve kadından gelen tepki şu: "He koçuma!!!"

Anlam veremedim, biraz izledim onları. Sonra kadın da hava aldı biraz. Sonra gittim.

Bir yandan da düşündüm acaba 50lerine kadar gelip "Ulan, kaç yaşımıza geldik monoton bir hayat yaşadık. Kalk vuralım kendimizi sokaklara, eğlenelim, hayatın her zevkinden tadalım bir parça!" mı dediler diye... Düşündüm, düşündüm, güldüm de çıkamadım işin içinden :)

(* hava almak: Tiner çekmek anlamında kullanılan tinerci terimi.)

Numaradan Diyaloglar - II

Ocak 25, 2009
Göz Hastanesi

Bir önceki diyalogta ev numaramın farklı iki hastanenin numarasına çok benzediğini belirtmiştim. Numaralardan birini biliyorum: Nuh Naci Yazgan Göğüs Hastalıkları Hastanesinin numarası ile ev numaram arasındaki tek fark son rakam. Ev numaram 5 ile bitiyor, göğüs hastanesinin ise 0 ile... Göz hastanesinin ise numarasını bilmiyorum, hangi göz hastanesi olduğunu bilmediğim için araştıramadım. Lakin, benzediği çıkarımını da göz hastanesi için arayanlara oranla yapıyorum. Sonuç olarak günün birinde bunun polemiğini yaşadım. Sözü fazla uzatmadan sizi numaradan bir diyaloğun kollarına bırakıyorum...

Öylesine, sıradan bir günde telefon çalar ve olaylar zuhur eder:
Aziz: Efendim?
Kadın: Bilmem Kim'i bağlayabilir misiniz?
Aziz: Pardon?
Kadın: Bilmem Kim ile görüşecektim.
Aziz: Yanlış numarayı aradınız!
Kadın: Göğüs hastanesi değil mi orası? (en azından o anda Göğüs dediğini zannettim)
Aziz: Hayır, yanlış oldu. Ev burası, göğüs hastanesi değil!
Kadın: Ya, göğüs hastanesi değil zaten Göz hastanesini aradım ben!
Aziz: Farketmez hanımefendi, burası göz hastanesi de değil. Ev burası.
Kadın: Haaa....
Aziz: İyi günler...
Kadın: İyi günler...

Benim de yanlış numara çevirdiğim zamanlar oldu, saçma konuşmalar da yaptım. Ama hiçbir zaman yanlış numaradaki kişinin yanlışını bulup yüzüne vurmadım.. :) Bu da tecrübeydi, yaşandı bitti...

20 Ocak 2009

Dönüş

Ocak 20, 2009
Elimde şarabım,
Aklımda kadınım var...
Radyodan yükselen bir melodi,
Kalbimde çarpan bir sevda var...
İlişiğimde bir komidin,
üzerinde bir kaç yüzlük var...
İçimde bir hüzün
ve garip bir mutluluk var...
Elimde şarabım,
Aklımda kadınım,
Suratımda tokadın var...
Beni kadınıma döndüren,
Usul usul...




(Fotoğraf: tarybinis-rublis)

E-de-bi-yat

Ocak 20, 2009
Witchie sobelemiş beni... Acayip mutlu oldum çünkü konu süper: 5 Kitap.

Gerçi ben de 5 kitapla yetinmedim. En az 5 diyor ve kitaplara geçiyorum.

1. Doğunun Limanları, Amin Maalouf:
En sevdiğim yazarın, en sevdiğim kitabı olaraktan hayatımın kitapları listesinde birinci sıraya yerleşmiş, bana başka bir kitap daha aynı noktalardan dokunamadıkça böyle de kalacaktır. O noktalar ne mi? Bir aşk, bu aşkın meyvesi bir kız çocuğu ve bir direnişçi. Okuyun diyorum. Kesinlikle pişman olmayacaksınız.


2. Yüzüncü Ad "Baldassare'nin Yolculuğu", Amin Maalouf:
Yıl: 1666. Ortalık kıyamet çalkantılarıyla sarsılıyor. 1666 yılı, 1999, 1777 vb gibi sıradan bir yıl değil. Roma rakamalarıyla her bir harfin sırasıyla bir kez kullanılıp yazıldığı bir yıl: MDCLXVI. Londra yangını, Osmanlı'da ortaya çıkan mehdi, tüm olaylar kıyameti desteklemektedir adeta. Baldassare ise tam bu çalkantılar sırasında allahın Kur'anda yazılı olmayan yüzüncü adının içinde bulunduğu "Yüzüncü Ad" isimli kitabın peşine düşer. Kitap Ortadoğu, Osmanlı, Kuzay Afrika ve Avrupa tarihini mükemmel bir şekilde harmanlıyor.


3. Dorian Gray'in Portresi, Oscar Wilde:
Basıldığı yıllarda "ahlaksızlık abidesi" olduğu gerekçesi ile yasaklanmış bir kitap. Zamanın önüne neyin geçebileceğini bana bir kez daha göstermiş olan kitap. Fazla derinine girmeden sadece okuyun diyorum...




4. Beyaz Kale, Orhan Pamuk:
Astronom ve aynı zamanda iyi bir kimyacı olan bir Venedikli, Napoli'ye yaptığı deniz yolculuğu sırasında Osmanlılar'ın eline esir düşer. Venedikli, esir olarak düştüğü bu konumdan saraya kadar kendini yükseltecek, padişah'ın danışmanlığı konumuna kadar yükselecek, Osmanlı'da büyük bir çığır açacaktır. Ama onu asıl değiştiren içten içe yaşadıkları olacaktır. Takdir ettiğim bir kalemin, mükemmel kitabı.


5. Sonsuz Gençlik Tröstü "Büyük Patlamadan Bir Kuantum Saniye Önce", Bülent Özden:
2130 yılının İstanbul'unu, o dönemin yaşam koşullarını ele almış mükemmel bir bilim-kurgu. Bir Tröst sayesinde evrende mutlak barışı getiren bir sistem kurmuş olan yazar, mevcut yaşamdaki tüm sıkıntıları tröst aracılığı ile çözmüş. Genetik biliminden, nano teknolojiden, kuantum dünyasından bizlere bir parça ekleyen kitap, tanrıya farklı bir bakış açısı da ortaya koyuyor.


6. Kızıl Vaiz / Derzulya - Hain Üçlemesi I, Orkun Uçar:
Türk Fantastik öykü yazarı Orkun Uçar'ın Derzulya Serisi'nin ilk kitabı. Çok muhteşem bir kitap olmasa da, fantastik öykü tutkunları için, bir Türk'ün elinden çıkmış olması kitabı güzel kılıyor. Ne var ki Metal Fırtına ile meşhur olan sevgili yazarımız şöhretin rehaveti ile Hain Üçlemesi'ne devam etmedi. Kim bilir, belki tekrar eski günlerine döner, devlet işlerini kurcalamayı bırakır da fantastik öykü yazarı olarak Derzulya'ya devam eder.


7. Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupery:
Herkesin okuması gereken bir kitap. Okumamışsanız ilk iş hemen bu kitabı alın ve okumaya başlayın.







Umarım okursunuz yukarıdaki kitapları ve beğenirsiniz. İşte o halde ne mutlu bana. Son olarak sobeliyorum: delirapunzel ve taze blog yazarımız angie...

18 Ocak 2009

I Don't Wanna Die!!!

Ocak 18, 2009
İçimden geldiği gibi'nin blogunda görünce çok hoşuma gitti sonra neden olmasın dedim bende, aldım elime kalemi, kimisini kopya çektim, kimisini baştan yarattım ve süper yumurtalarımız böylece ortaya çıktı :)... Çok eğlenceli bir süre aynı olayı tekrarlamak istiyorum. Ama yumurtaları kıramıyorum orası ayrı konu. (onurCUK kırıyo... :) )









Onurlu Diyaloglar - II

Ocak 18, 2009
Sıcağı sıcağına aktarmak istedim:

Bir saat kadar önce Heroes'un 3. cildinden* bir bölüm izlemekteydik. Heroes izlemeyenler için bilgi olacak kadar, izleyenler için ise spoiler olmayacak kadar bilgi vermek istiyorum.

Heroes'un 1. cildinde rastladığımız ve özel gücü görünmezlik olan Claude adında bir karakter var. Ve yine dizinin 2. ve 3. ciltlerinde karşımıza çıkan Adam Monroe karakteri... Bu kadar bilgiyi aklınızda tutun yeter, konuya dönüyorum.

Saat 00.20. Heroes izlemekteyiz lakin aynı zamanda yorgunluktan da ölüyoruz. Sevgili onurCUK diziyi yattığı yerden izlemekte yada izlemeye çalışmakta.

Birden aklıma takılan bir soruyu yöneltme ihtiyacı hissettim ve olaylar vuku buldu:

Aziz: Claude ölmüş müydü?
Onur: ZZZzzzZZzzz...
Aziz: Onur! Ohoooo... Günaydın :)
Onur: Ya iyice kaydım, kapat kapat sonra izleriz. Uyuyorum.
Aziz: Tamam, sen bilirsin. Bana hava hoş...
Onur: Sen ne sormuştun?
Aziz: Claude ölmüş müydü? Hatırlıyor musun?
Onur: Hmm.. En son vurulduğunda köprüden aşağı düşmüştü...
Aziz: Ondan sonra yaşıyordu ama...
Onur: Ondan sonra Adam Monroe dosyaya sağ tıklayıp 'Flashgot** ile indir' deyince dosyayı.... Ben neye cevap veriyordum yaa??
Aziz: Hehehe!!!... :D Tamam sen uyu, uyu....

Bir Onurlu Diyalogla daha karşınızda olduk efenim. Siz şimdilik esenkalın... Bakalım biz daha ne diyaloglar yaşayacağız zamanla... :)

* 1., 2. ve 3. cilt: Heroes dizisi ciltler halinde ilerliyor ve her cilt kendine özel bir konuyu işliyor. bu yıl 3. sezon yayınlanıyor ancak 3. cilt bitmiş durumda... 2 Şubat'ta 4. cilt başlayacak.
** Flashgot: Firefox Eklentisi

12 Ocak 2009

The Rise of Feudalism

Ocak 12, 2009
Araziye vuran sabahın ilk ışıkları, bir takım güzelliklerin habercisi olurdu. Tören sabahı olurdu bu sabah. Eğer ben feodalitenin en doğru, en parlak zamanında kazanmış olsaydım Şövalyelik ünvanını...

Feodalite'nin birincil amacı idi halkı korumak ve halk içinde adaleti sağlamak. Soylu iseniz bu ileride bir Baron olacağınız anlamına gelirdi. İşte halkı korumakta baronların görevi idi. Ülke ekonomisi altında küçük ekonomiler yani. Baron'un barındırdığı herkes bir işle meşgul olur, herkes neredeyse eşit işleri yapar ve eşit kazanırdı. İşte bu dönemde bir şövalye olmak isterdim. Kendini "Kutsal Saydığı Değerler"e adamış bir gardiyan. Şövalyeler bağlı ve bağımlıdır. Ülkelerine bağlı, aşklarına bağımlı. Her şeyden önce aşkları gelir ki bu yüzden onlar birer askerden çok birer gardiyan olurlar, ailelerinin üstüne kol kanat geren. Zaten şövalyeliğin 10 kuralından biridir "Tek kadın, Tek aile". Bu yüzdendir ki şövalyeliği hak etmiş insanlar aşkları için savaşmışlardır. Gerek Lord Belial, gerek William Wallace, gerek Chimanaru ve onlarcası...

Bu yüzden Feodalitenin yükselişinde bir Şövalye olmak isterdim. İçimde taşıdığım barışı ve aşkı haykırmak adına...

The One Minute Writer sormuş ben de cevaplamış oldum. Böylece bir mimi de ben başlatmış oluyorum ve Sobeliyorum: Witchie, onurCUK, naeknhu ve Camilla....
"Tarihte herhangi bir zamanda bir yıl yaşam sürecek olsaydınız, hangi zamanı seçerdiniz?"

11 Ocak 2009

Numaradan Diyaloglar - I

Ocak 11, 2009
Yeni, yepyeni bir diyalog türü ile karşınızdayım efenim.

Geçenlerde Üfürükten Prenses'i okuyordum. Daha sonrasında aklıma, yaşadığım birbirinden ilginç, komik, sinir bozucu diyaloglar geldi. Güldüm, güldüm, biraz da düşündüm.

Evet "Yanlış Numara" diyaloglarından bahsediyorum. Mevcut telefon numaram Kayseri Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nin ve adını bilmediğim bir Göz hastanesinin numarasına çok yakın olduğu için bizim evi "Başhekimi bağlar mısınız" emr-i vakiisi ile arayan çok oluyor. Yada buna keza, cep telefonu numaram canı sıkılan bir insanın kolayca uydurup çevirebileceği bir numara olduğu için de sinir bozucu diyaloglar zuhur edebiliyor...

Ne var ki yurdum insanı telefon kullanmasını öğrenir mi bilemiyorum. Üfürük'e tekrar teşekkür ediyorum ve sizi numaradan diyalogların kucağına atıyorum.

Sabahın 8'inde ısrarla telefon çalmaktadır. Tanımadığım birisi ısrarla aramaktadır. Duruma daha fazla katlanmamak için telefona cevap verilir ve olaylar gelişir:

Aziz: Efendim!
Karşıdaki kişi: Alo, Gül ben. Beni arasana acil!
Aziz: Pardon kim dediniz?
Gül: Gül ben, Gül. Kontörüm bitiyor ara!
Aziz: Gül mü? Çıkaramadım ama...
Gül: Ya üff, kontörüm bitiyor ara işte!

Tanıyor olabilme ihtimalime karşı geri aradım...

Gül: Alo naber, nasılsın?
Aziz: Ya afedersiniz ama ben sizi tanıyamadım.
Gül: Ya ben Gül, Kadir bırak şimdi numarayı.
Aziz: Yanlış aradınız zannedersem, Kadir diye birisi yok burada.
Gül: Nasıl?
Aziz: Benim adım Aziz, yanlış aradınız. Kadir falan yok burada.
Gül: O zaman kağıda adını Kadir diye yazmışsındır! (??!)
Aziz: Ne kağıdı, kime ne vermişim ben?
Gül: Numaranı yazıp verdiğin kağıt var ya...
Aziz: Hanımefendi, siz yanlış aradınız, Nasıl anlatayım...
Gül: Bırak şimdi, atlatmaya çalışma.
Aziz: Bakın siz bana olayı bir anlatın, ben size yardımcı olayım.
Gül: Kadir yok mu orada ya, versene. Uğraştırma...
Aziz: Bakın, baştan alıyorum Kadir diye birisi yok burada. Siz bana anlatsanıza nedir olay?
Gül: Sen neredesin şimdi?
Aziz: Hanımefendi, Kadir kim, anlatır mısınız!
Gül: İşte 3 gün önce bize geldin ya eğlenmeye, sonra numaranı bıraktın gittin.
Aziz: Eğlenmek mi? Nerede?
Gül: Kayseri'de.
Aziz: Bakın ben 3 gün önce Denizli'deydim. Zira Denizliliyim zaten.
Gül: Kadir değilsin yani..
Aziz: Evet, nihayet.
Gül: Nasıl ama ya?..
Aziz: İyi günler, güle güle.
Gül: Peki.

Kadir kimdi, kiminle eğlendi, nasıl ve ne şekilde eğlendi bilmiyorum lakin arkadaşın Kadir'e ulaşma ihtiyacı son raddedeydi. Benden sonra numarayı kontrol edip doğru Kadir'i bulmuş mudur yoksa oturup kötü kaderine mi ağlamıştır bilmiyorum. İşin açığı umursamıyorum da...

09 Ocak 2009

Ürobilinojen (+)

Ocak 09, 2009

Sevgili doktorum Ece hanımın bugün vardiyası olmadığı için Dahiliyeden kayıt yaptırıp tüm testlerimi yaptırdım. Sonuçlar benim için çok şaşırtıcı oldu, Özellikle Kolestrol ve Ürobilinojen açısından. Sonuçlar şu şekilde:

(Tıp terimleri ile yazıp gerekli açıklamalarını yapmayacağım, yok "ben meraklı melahatim efenim, öğrenmek isterim neyin var neyin yok" derseniz e-posta atın anlatayım. Çok da önemli şeyler değiller işin açığı...)

Sedimantasyon sonucumla başlayayım. Sedimantasyon değerim 19 mm/h (olası değer 0-15).

Kolestrol değerlerimin düşmüş olabileceğini hayal ediyordum. Evet düşmüş lakin hala yüksekler. Kolestrol 220 mg/dL (olası değer 0-200) ve LDL Kolestrol 145 mg/dL (olası değer 0-135). (Son ölüçümlerde 280 - 210'du değerler, az kalmış biraz daha dikkat.)

Trigliserid değerim de içler acısı. 226 mg/dL (olası değer 35-110). 1 ay yağlardan uzak durup trigliseridimi dengelemem gerekecek.

Ve son olarak tüm kan ve idrar tahillerimin vazgeçilmezleri: Pozitif çıkan Ürobilinojen ve 3 mg/dL olan Total Bilirubin değeri (olası değer 0-1,2).

Kendi dalı olmayan bir doktor bu iki değeri görünce ne yapacağını şaşırabiliyor. Fakat bu sefer ben de şaşırdım lakin hayatımın en yüksek total bilirubin değerini gördüm. Bu değerler ışığında doktor 1 ay sonra tekrar gelmemi söyledi. Bunun sebebi de Ürobilinojen için almam gereken ilaçları, trigliserid yüksekken alamayacak olmam. O yüzden 1 ay sonra yeniden doktorumun huzuruna çıkıp, yeni tahlillerin ardından ilaçlarımı alabileceğim.

Şimdilik sinüzit ve öksürüğüm için gerekli ilaçları verip postaladı beni. Gelecek aya umudum normal aralıkta Kolestrol ve Trigliserid değerleri...

Gelecek aya görüşürüz efenim...
Sağlıklı ve Mutlu kalın!

Sağlık Güvencesi

Ocak 09, 2009
Aylaklığımdan dolayı 6 aydır hiçbir sağlık veya sosyal güvencem olmadan ortalıklarda geziniyorum. Bir yandan içimde bir tedirginlik olsa da, sürekli "aman yarın hallederim, aman sonra hallederim" diye erteledim. Ne var ki bir kaza falan geçirmedim. Yoksa durum içler acısı olurdu...

Bu güne kadarmış. 8 Ocak 2009 günü saat 14.46 itibarı ile tekrar Emekli Sandığının sağlık güvencesinden* faydalanmaya başladım. Rahatım, daha huzurluyum. Kendimi sakatlayıp, her türlü rahatsızlığa sebebiyet verecek her şeyi yapmaya hazırım. Yarın sabahın ilk ışıkları ile de hastaneye, sevgili doktorum Ece hanıma koşacağım... :)

Bu durum -hal böyle giderse- benim çeşitli aralıklarla, Doktora bitene kadar Emekli Sandığından** faydalanacağım anlamına geliyor. 28 yaşımda Doktorayı bitireceğimi düşünürsek, bu, Emekli Sandığından toplamda 27 yıl faydalanacağım anlamına geliyor. :) ES'yi bir emekli bile bu kadar sömürmemiştir (3 ayda bir check-up yaptırıyorum***) bence...

* -> Emekli Sandığı Sağlık Güvencesi: Bak birader bana güven, aha şuraya yazıyorum, sapasağlamsın, turp gibisin maşallah. Hiç bir şey olmaz sana. Olursa gel bul beni, tüm tedavi masrafların benden...

** -> Emekli Sandığından: Kelimeyi "sandık" olarak değil de "sanmak" şeklinde düşünerek okusanıza... çok saçma oluyor.. :)

*** -> Keyfen değil, yaptırmam gerektiği için. 3 ayda bir tüm kan değerlerimi kontrol ettirmem gerekiyor. Kaldı ki, zorunda olmasak da bu sağlığımız için yapmamız gereken bir şey...

07 Ocak 2009

Cesetahları!

Ocak 07, 2009
"kalıtım dediğimiz şey sağolsun ki 20 lik diş gibi bir sıkıntı çekmedim, çekmeyeceğim." demiştim Cesetizleri'nin 20lik diş ağrılarına yorum olarak. Nispet yapar bir eda ile de söylemedim ki...

Yorumu yazdım da ne mi oldu?

Yorumu yazdığımdan beri, o güne kadar tekdüze seyreden öksürüğüm geceleri uyutmaz hale geldi. Vücudumun her tarafı ağrıdan kırılmaya başladı. Bunlar bir nebze yenilir yutulur lakin sinüzit ağrılarım da başladı. Ölümcül durumdayım. Happy Tree Friends'teki elemanlar gibi kafamı gözümü patlatmak, parçalamak istiyorum ağrıdan.

Vah bana, vahlar bana... :(

05 Ocak 2009

Arzulu Diyaloglar - II

Ocak 05, 2009
Yılbaşı Esintileri...

Efenim, solda görmüş olduğunuz arkadaşlar yılbaşı gecesi bizimle birlikte olan üç kız arkadaş. Yılbaşında süper eğlendik, içtik muhabbet ettik, oyun oynadık.... Lakin yılbaşı gecesinin de kendince sürprizleri vardı elbetteki... Soldaki ÜÇ kız arkadaşın gece boyu bizimle birlikte olduklarını tekrardan vurgulamak istiyorum ve sizi çok arzulu bir diyaloğun kucağına atıyorum:

Aynı gece Onurcuk'un doğum gününü kutlamamız sebebi ile Onurcuk evdeki bu üç arkadaşla da sırayla dansetti ve olaylar zuhur etti:

Onur: Eveeet.. Evdeki tüm kızlarla doğum günüm şerefine dans ettim...
Duygu: Hehe, bravo!
Arzu: Bütün kızlar diyorsun da, topu topu iki kızız burada. (?)
.....
Gecenin ilerleyen saatlerinde (2009'un ilk saatleri)...
.....
Yemliha: Abi, kızlar olmasa ne söyleyeceğimi bilirdim de...
Arzu: Kızlar dediğin, topu topu bir kız zaten... (???)

Üç ihtimal veriyorum; ya saymada küçüklükten kalma bir problem var ya da bünyede alkol miktarı arttıkça insan saymakta zorlanıyor...

Üçüncü ihtimal mi? Yo, hayır. Düşünmek bile istemiyorum!

Vaftiz

Ocak 05, 2009
Soğuk bir rüzgar esiyor sırtımdan.
Kulağıma ismini fısıldıyor...
Ama seni çalıyor benden.
Soğuk bir rüzgar esiyor ve
Arındırıyor bedenimi senden,
Arındırıyor kalbimi sevginden...
Bu çılgın soğukta,
Yatıp kalktığım parkta,
Seni haykırıyorum...
Duyabilsem ne âlâ!..


Eylül 2002
Muğla - Fethiye

03 Ocak 2009

Çikolatalı Yoğurt

Ocak 03, 2009

Çikolatalı Yoğurt yaptım efenim. Evet yaptım ama isteyerek olmadı.

Hayatımda her zaman en büyük keyif olagelmiştir, biten sarelle, nutella vb. kutusuna sıcak süt doldurup belli bir vakit sonra içindeki çikolatalı sütü içmek... Bu sefer de düşüncem buydu. Nutella kavanozuna süt doldurup ısınsın diye kaloriferin üstüne bıraktım. Kapağını da hava alacak kadar açıklık kalana kadar kapattım. Ben akıllı yaratık, kavanozu öylece orada unuttum. 24 saat sonra ortaya çıkan sonuç çikolatalı yoğurt oldu. :)



02 Ocak 2009

Dile Gelen...

Ocak 02, 2009
Aniden geliyor düşünceler dile,
apansız bir şekilde,
siz hiç beklemezken...
Aslında, bazen en doğru şeyi söylüyor dil,
lakin o doğru acıtabiliyor insanı...
Ne kadar derinden acıttığının bir önemi yok zaten.
Beyniniz güya kendini patlamaktan kurtarıyor bu yolla...
"Keşke patlasa" diyesi geliyor insanın.
En azından kimseye zarar vermemiş olur
bu patavatsız dil ve düşüncesiz beyin.
Zaten karşındakine acı çektirecek olduktan sonra,
ne gereği vardı onu sevdiğini haykırmaya...

Kasım 2008

Ne İzliyorum?

StZiza

En Son Yazılar

randomposts