31 Aralık 2013

Once Upon A Time In My Life - XIV

Aralık 31, 2013
2012  2013 2014




Yeni bir yıl daha bitiyor ve ben yine kendi aynamdan kendime bakıyorum. Yaşadıklarım, mutluluklarım, acılarım... Yaşadığım bir çok şey yanında 2013, hayatımın bir çok noktasında çetele tuttuğum bir yıl oldu. 



Sporda, gezide, yemekte, uykuda... Bunlardan spor istatistiklerine de bir göz atmak istedim yılı kapatırken.

2013 yılı içerisinde toplamda 395 km mesafe katedecek kadar spor yapmışım. Bunun 317 km'sini bisikletle, 58 km'sini yürüyerek ve 20 km'sini de koşarak kat etmişim. Sene başından itibaren ise 81 kilodan 76 kiloya inerek 5 kilo kaybetmişim.

2013 aynı zamanda 6 yıldan sonra yurt dışına çıkmadığım ilk yıl oldu. Tüm bu seneyi, güzel bir video ile toparladıktan sonra, yine arkama yaslanıp izliyorum kendimi...

22 Aralık 2013

Atoma Güven Olmaz!

Aralık 22, 2013
Bu ülkenin içinde bazı atomlar var... Bu atomlar hep çeşit çeşit. Her türlüsü var; karbonu var, azotu var, kükürtü var... Bunların bir araya gelip yemedikleri halt yok. Her türlü aldatmaca, her türlü düzen bu atomlarda var. 

Mesela, bir Oksijen, 2 Karbon, 6 Hidrojen ile bir araya gelmiş, efendim neymiş "bağ kurmuşlar"... Böyle durumlar bizim muhafazakar yapımıza uygun değil. Hidrojen dediğiniz bir ayyaşa evreni 13 milyar yıl boyunca emanet etmişler; işte güzelim evrenin geldiği hallere bakın. 

Atoma güven olmaz sayın kardeşlerim. Maazallah her şey beklenir bunlardan. Vakti ile Hiroşima ve Nagasaki'deki kıyımlara sebep olan da bu atomlar, Çernobil faciasında vakti ile hem bu ülkenin hem de, başta Ukrayna, çevre ülkelerin evlatlarına zarar veren de bu atomlar. Bir kısmı kalkmış, Güneş diye bir yapı oluşturmuş, çeşitli P-P Zinciri ve CNO çevrimi gibi terörist eylemlerle bu güzelim gezegenin sonunu hazırlıyorlar. Biz bunlara izin vermeyiz.

Nerede atom var, orası terörist yuvasıdır. Biz bu yüzden nükleer santraller kuruyoruz ki, bu atomlar dindar birer atom olarak yetişsinler. Bırakalım da C6H6 mı olsunlar?!

Sonra birileri konuşuyor orada burada, "evrenin düzenine müdahale ediyorsunuz" diye... Biz sadece bu düzeni koruyoruz. Kardeşlerim, biz bu düzeni korumazsak, bu atomlar alıyor başını, zamanla hücreleri oluşturuyorlar, bu hücreler gelişiyor, insanı oluşturuyor, sonra bu insan doğası gereği kızlı-erkekli bir takım aktiviteler içerisine giriyor. Onda sonra diyorlar efendim, yok evrimmiş, yok doğal seleksiyonmuş. Bu aldatmacalara ve komplolara göğüs germek bizim vazifemiz.

Mesela bir Oksijen var; herkes çok masum zanneder ama bu meret alkol desen alkolde, su desen suda... Yemediği halt yok. Bir de üstüne üstlük elini değdirdiği her şeyi yakıyor. Kardeşlerim vakti ile yıldız denen terör yuvalarında bu Oksijen yetiştirilmeseydi belki de ateş dediğimiz şey olmayacaktı... Belki de şeytan yaratılmayacaktı... Bu durumda Adem'in aklını kimse çelmeyecekti... Sonra kızlı erkekli elma yemeyeceklerdi... Biz cennet köşelerinden, Oksijen'in nasıl da mahrum bıraktığını görüyor musunuz?! Bu düzenbaz Oksijen'in kaygısının, yaşamın kaynağını cennet değil, kendisi yapmaktan öte olmadığını biz çok iyi biliriz.

Velhasıl, gayret ettik, başardık. Karanlık maddemiz arkamızda bu işleri çözeceğiz. Bu gidişata bir dur diyeceğiz!.. Hiçbir atom bu gidişatın önüne geçemez...

(Tüm bunlar sadece, yukarıdaki resmi gördüğümde aklımdan geçenlerdir. Herhangi bir kişi veya oluşum ile bir ilgisi yoktur.)

20 Aralık 2013

Değişiklikler!

Aralık 20, 2013
Uzun bir süre oldu, gerek blog ile ilgili, gerekse web sayfam ile ilgili köklü değişiklikler yapmak istiyordum. Yaklaşık 10 aydır bu düşünce kafamda dolaştıktan sonra, 2 ay önce kafamda, 1 ay önce de reelde icraatlara başladım. Amacım tüm hazırlıkları tamamlayıp, 2014'e yeni düzenlemelerle girmek. Yetiştirebilecek miyim bilemiyorum ancak, çalışmalar devam ediyor.

Değişikliklerin bir kısmı aslında yansımaya başladı. Blog adresim artık (belki fark ettiniz) stziza.blogspot.com değil (gerçi halen bloğa yönlendiriyor). Artık bloğa blog.kayihan.net adresinden ulaşılabiliyor. Zaten bağlandıktan sonra yukarıda göreceğiniz adres de bu. Bu değişikliğin sebebi de, yıllarca anlamsız bir şekilde blog ve web sitesi işini ayrı tutmaya son vermek istememle alakalı. Temel olarak www.kayihan.net'i (her şey hazırlanana kadar şu an erişime açık değil) yenilemek ve güncellemek. Yeni bir tasarımla blogger üzerinden yayına devam etmek. Bu aynı zamanda blogların tasarımının da değişeceği anlamına geliyor. Evet, blogların...

Web sitemin ana sayfası standart olarak İngilizce. Kendi tercihlerim bu yönde. www.kayihan.net'i ziyaret edenler her zaman, ilk olarak İngilizce sayfaya ulaştılar, bu böyle kalmaya devam edecek. Türkçe sayfaya devam etmek isteyenler, Türkçe butonu ile devam edebilecekler (ya da tr.kayihan.net adresinden direk Türkçe sayfaya ulaşabilecekler). Daha önce, iş, Türkçe web sayfası hazırlamaya geldiğinde epey bir yavaş davrandım ancak bu sefer işi sağlama alıp ikisini birden çıkardım. 

Tekrar bloglar meselesine dönelim: Web sitemin hostunun blogger olması demek aslında mevcut bloglarımı web sayfam haline getireceğim anlamına geliyor. Ana domainlerin açılış sayfaları tabi ki de blog bölümü değil, statik bir bölüm olacak. Siteye ulaşanlar Blog linki üzerinden bloglara yönlenebilecekler. Üzerine neredeyse hiç eğilmediğim bir İngilizce bloğum da var. Bir süre öncesine kadar storytothelife.blogspot.com üzerinde hizmet vermekteydi ancak şu an çalışmalar sebebi ile geçici olarak kapalı. 

Her şey tamamlandığında (umarım yılbaşından önce) sistem genel olarak şu şekilde işleyecek: Web sitesinin ana sayfası ve İngilizce blog, Türkçe sürümü ve Türkçe blog hepsi aynı tasarımda olacak (Türkçe ve İngilizce sürümler arasında yan panel içeriği farklı olacak sadece). Buradaki linkler üzerinden gerek sayfalara, gerekse bloglara ulaşılabilecek.

Çok detay vermeye de pek gerek yok aslında... Önümde bir 10 gün var. O süreç içinde bunları tamamlamayı hedefliyorum. İngilizce sürüm zaten hazır ancak Türkçe kısmı için çalışıyorum halen. Umarım bu süreç de bir 10 ay sürmez :) .

Sağlıcakla...

13 Aralık 2013

Diren Hayat?!

Aralık 13, 2013
Tarihler 31 Mayıs'ı gösterdiği dönemlerde zaten gergindim gereğinden fazla aslında. Gerginliğin sebebi okul, ders, iş, gelecek gibi kaygılardı. 


Bir çok şeye karar vermem gereken bir süreçten geçiyordum zaten. Tam olarak Nisan ayının ortası, kısa vadeli hedef ve amaçlarımı tükettiğim bir nokta oldu sanki. Kafamda, ne kadar yapılacak şeyler olsa da, bir çok şeyi düşünüp, derlemek, toparlamak gerekiyordu. Ancak kafadaki her planı belli bir uygulamaya koymak o kadar kolay değil her zaman. 

Bu sürece kadar 1,5 aydır yaşadığım buhranla uğraşırken, 31 Mayıs Gezi olaylarının patlak verdiği gün oldu. Bu durumlarda olaylar "neler oluyor?" demeye kalmayacak bir hızda gerçekleşiyor. Hepinizin bildiği sıkıntıları ayrı ayrı buraya yazmayacağım, (özellikle de her birinizin görüşleri ne kadar birbirinden farklı olsa da, her biriniz için o günlerin sıkıntılı olduğu açıkken) detaylarını bir çok yerde bulabileceğiniz için.

Tüm bunlar esnasında 7 Haziran'da ev sahibimizin kendi evine taşınacak olması sebebi ile 6 Haziran'da evden taşınmamız gerektiğini anladık. Tabii ki süreç böyle pat diye olmadı ancak 1 ay daha kalabilecekken, ev sahibinin son dakika kazığına maruz kalmamak için bu kararı aldık. 7 Haziran'da koca bir gün gezdikten sonra bir çok alternatif arasından sevdiceğin katkıları ile sokağın karşısında bir daire bulduk! Ne güzel. Sözleşme, anlaşma, doğal gaz işleri vesaire derken 8'inde başladık taşınmaya (evet, bu kadar hızlı). 

Biz başladık başlamasına ancak apartman yönetimi yolumuzu kesip "taşınamazsınız!" demekten kendini alıkoymadı. Bekar olmak gereğinden fazla sıkıntı bu ülkede. Özellikle Kayseri'de bu açıdan sizi potansiyel tecavüzcü olarak görmeleri cabası. Ev sahibinin onay verdiği, anlaştığınız bir evde komşularınız sizi istemezse orada kalmamalısnız değil mi(!) Buradaki insanların görüşleri bu yönde. 

Bundan sonraki süreç karşı komşunun kapımıza gelip bizi tehdit etmesi, karşılıklı şikayetler, ev sahibinin alttan alta baskıya gelemeyip bize gidin demesi üzerine (bu konuşma geçmeden biz zaten kendimiz taşınmayı da kafaya koymuştuk), yeni daire arayışları, o evde geçirilen kabus gibi 3 haftalık süreç... 


Bunlar sıkıntının sadece bir boyutunu gösteriyor. Tüm bu süreçlerde ülkenin karışık olması, okulda saçma sapan durumlar yaşamam, SGK'nın amaçsız (yanlış) bir şekilde sağlık güvencemi kesmiş olması, doğal gaz, telekom, ve dahası... Maddi sıkıntıları göz önüne bile almıyorum. Sadece şunu biliyorum: Nisan ortasından Eylül başına kadar hayatımın en stresli, en sıkıntılı dönemini yaşadım. O dönemde yaptığım her şeyden vazgeçmem hiç de zor bir şey değildi. Beni tutan, mutlu eden, sevdicek oldu. Zaten onun varlığı ve yaptıkları olmasa, o süreçten fiziksel olarak çıkmış olsam da, ruhsal olarak çıkmam mümkün olmayacaktı. Pes etmemem konusunda da en büyük ilham ev arkadaşım oldu, kendisinin de pes etmeyi inatla istediği dönemler olduğu için belki de...

Tekrar yakaladım aynı mutluluğumu bu geçen süreç içerisinde ama o 5 ay beni 5 yıl yaşlandırdı adeta.


Sonra zaten Güneş açtı, gün yüzünü gösterdi ve o dönemde, bana, bize karşı yapılan şeyler bir şekilde kendini affettirdi. Hayata direnince, bir yerden sonra geriye bir kazanım elde ediyor insan. Ya da en azından bulmak isteyen insanlar bir yerden sonra görebiliyorlar aradıklarını ve çözümleri. 

Yazarken bile gerildiğim için hiç detaya girmedim ancak şu an tek önemli olan şey ne kadar kötü bir dönem olsa da tecrübesi paha biçilemez... 

27 Kasım 2013

Gurme - I

Kasım 27, 2013
Mushroom & Swiss

Ece hatun'la beraber Ankara sokaklarında gezinirken, reklam panolarında Burger King'in yeni bir lezzetini gördük. "Yemeliyiz", "yemeliyiz", kesinlikle yemeliyiz" derken bir gün sonrasında kendimizi Meşrutiyet'teki Burger King restoranına atmış bulduk. 

Uğruna bu kadar dert yandığımız lezzet, hamburger ile mantarı bir araya getirebilmiş yeni bir lezzetti: Mushroom & Swiss. Yurt dışında bir süredir var bu menü ancak Türkiye'de çok yeni. 

Adından da anlaşıldığı gibi hamburger köftesi üzerinde İsviçre peyniri ve mantardan oluşuyor hamburger. İçerik bile bizi yerimizde tutamıyorken verdik siparişi... Daha henüz hamburgerin paketini açarken alıyorsunuz peynirin o güzel kokusunu. Muhteşem... İkimizin de alışkanlığı hamburgerlerimize barbekü sosu eklemek ve bu sebeple kaldırıyoruz ekmekleri ki... Manzara biraz komik:


Evet, aynen resimdeki gibi iki parça küçük mantar ortaya konmuş (resim bize ait değil). Yani yeseniz, mantar tadını almanız mümkün değil. Hemen durumu bildirip, hamburgerlerimizi yeniden hazırlattırıyoruz. 15 dakikalık bir beklemenin ardından olması gerektiği bir şekilde hazırlanmış hamburgerlerimizi yemeye koyuluyoruz. 

Mantarlar özel bir sos ile hazırlanıyor. Gurme olsam belki derdim "şu sosla hazırlamışlar" diye ancak değilim, dolayısı ile bilmiyorum. Sos lezzetli lezzetli olmasına ancak mantarların tadını alıp götürmüş sanki. Evet mantarları yediğinizi hissediyorsunuz fakat beklediğiniz o mantar tadı sanki yok, sos ağır geliyor. Tabi, sosun tadı kötü demiyorum, gayet lezzetli ve güzel, ve İsviçre peynirinin yanına yakışır bir tadı var. Köfte Steakhouse'da olduğu gibi özel bir köfte değil (Yurt dışında bu menünün bir de Steakhouse ile yapılmış versiyonu var). İsviçre peynirinin ise kattığı lezzeti anlatamam, muhteşem.

Genel anlamda, mantar ne kadar istediğimiz lezzeti bize verememiş olsa da, tatmin edici bir lezzeti var hamburgerin. İçerik sadece köfte, peynir ve mantar ile kısıtlı olduğu için yeşillik, turşu, soğan gibi alternatiflerden bahsedemiyoruz... Bunları eğer isterseniz kendiniz ekletebilirsiniz (biz sormadık ancak yapmaları gerekiyor). Mushroom & Swiss genel olarak denemeye değer bir lezzet. "İnanılmaz bir lezzet olmuş" diyen çıkacağını beklemesem de, "çok kötüydü" diyen olacağını da beklemiyorum.


Bir daha yer miyim, işin açığı bilemiyorum. Bu tabi ki de kötü olduğu için değil ancak Burger King'in tercih edeceğim çok ve çok daha güzel lezzetleri olduğu için (bkz. Steakhouse). Denemeye değer olduğunu da tekrar belirtiyorum. Eğer özellikle mantar tutkunu iseniz, kendi açınızdan bakmakta fayda var (denerseniz de ekmeği kaldırıp mantarları saymayı ihmal etmeyin derim, zira mantar sayısındaki ihmal biraz genel bir durum gibi).

Afiyet olsun efendim!

23 Kasım 2013

Gece...

Kasım 23, 2013
Geceleri yazmak o kadar güzel ki... 

Uzun süredir bunu yapmadığıma inanamıyorum. Gecenin sessizliği, o sessizliği yırtan uzak ve derin sesler...

Her şeyden güzeli sevdiceğin varlığını hissetmek, kokusunu içime çekmek...

Uzak bir yerde, gece yalnızlık değil, güzellik ve mutluluk bıraktığında yanı başına, aldığı her nefes daha kıymetli oluyor insanın.

Gece bu huzurla devam ediyor...

03 Kasım 2013

Hayat Seni Nereye Sürükler...

Kasım 03, 2013
Şöyle bir geriye doğru baktım: En fazla 2009'da yazmışım bloga... Yazmışım epey. Nereden baksanız en az 3 günde 1 yazmışım. 

Tabi bu istatistik sonradan ciddi bir şekilde düştü. Geçen sene 18'de kalırken (ki bunun 3'ü reklam) bu sene bu yazı ile birlikte 14'ü bulmuş oldum (ki bunun da ikisi reklam). Ancak ne var ki, tüm bu zaman içerisinde aslında en fazla yazılmaya ve çizilmeye değer yıl oldu bu yıl... Bu sene gelecek olan "Year in Review" bu açıdan epey kalabalık olacak gibi. Ama diğer taraftan en az fotoğraflı olan da olabilir. Galiba en akılda kalıcı anlar en az belgelenenleri oluyor.

İyisi oldu kötüsü oldu ancak hayatımın en sıkıntılı, en stresli, en sorunlu dönemini bu senenin 3 ayı boyunca yaşadım. Öyle böyle sıkıntılar değil, hayatımın ne kadar iyi ve kötü anlamda kökten değiştiği bir dönem oldu işte bu aralık. 

Polyannacılığı çok iyi oynadığım için, hayatımın en stresli ve sorunlu yılı beni sonunda her geçen yıldan daha mutlu bir adam yaptı. Sorunlar, sorunlar... Bizim hayata daha iyi bakmamızı sağlayamayacaksa sonunda, niye var ki sorunlar...

Yazılacak çizilecek çok şey var.. Her üç günde bir yazamayacağımı biliyorum ancak yine de biraz daha gelecek bu yıl onu biliyorum...

18 Haziran 2013

What's the Next Big Thing?

Haziran 18, 2013
Dün Foursquare'in Samsung'la işbirliği içinde hazırladığı Time Machine'i gördüm ve bir bakmak istedim son 13 ayda nerelere gitmişim, ne kadar yol kat etmişim. 

Bu kadar sinir ve stres dolu günün ardından, birazcık olsun neşelenmeme katkı sağladı. Seviyorum böyle şeyleri vesselam. 


19 Mayıs 2013

Velespit Günlüğü - V

Mayıs 19, 2013

19 Mayıs Özel

Bunca yıl Kayseri'de tek başıma gezdim bisikletle... Tek başına gezmek, zaman zaman tehlikeli olabiliyor. İki hafta önce içimden geçirmiştim, bisiklet grupları olsa keşke diye ama ne var ki, hiç de araştırmamıştım.

Araştırmadığım zaten kendini geçtiğimiz çarşamba belli etti. Ingress oynamak üzere bisikletle Meydan'a inmişken, tesadüfen önümden 15-20 kişilik bir bisiklet grubu geçti. Nedir, ne değildir derken, öğrendim ve irtibatı kurdum. Özkayalar Spor adında bir yer bu organizasyonları yapıyormuş. Kışın kayak, yazın bisiklet...

Her çarşamba akşamları ve her pazar turlar yapan bir grup (hatta bugün dönüşte birden fazla grup olduğunu öğrendim). 1 - 2 gün önce, Facebook sayfalarından 19 Mayıs'ta Pastırmacılar Parkı'na gideceklerini duyurdular ve düşünmeden, kendimi dahil ettim.

Bugün sabah 10'da evden ayrıldım, 10.30'da hareket edeceğimiz buluşma noktasına geldim ve vakit geldiğinde yol başladı... Grup olduğu için temponun 4 dk/km'nin üzerinde olacağı kanısındaydım ancak, gidiş yolunda tempomuz 3,5 dk/km'nin üstüne çıkmadı. En son aynı yolu gittiğimde ortalama 2,5 dk/km ile gitmiştim. Bu baza alındığında bir grup için güzel bir tempo. Giderken 3,5 dk/km olan tempo dönerken ise 4 dk/km'ye çıktı...

Yaklaşık 2 saat gibi bir sürede Pastırmacılar Parkı'na vardık, sucuk-ekmeğimizi yedik, küçük bir tepe tırmanışı yaptık ve 2 saatlik aranın ardından tekrar yola koyulduk. 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nda yaptığımız güzel bir spor etkinliği oldu ayrıca, bu da ayrı mutlu etti beni.

Elime bir iki fotoğrafta geçerse, buradan paylaşacağım yine, ancak şimdilik sizi istatistiklerle baş başa bırakıyorum:

(Not: Buluşma noktasına gidişim ve oradan tekrar eve dönüşüm yaklaşık 15 kilometre. İlk 6,5. km'nin olduğu yer buluşma noktası idi. Buna göre turla yaptığımız gezi 50 km tuttu, benim toplam mesafem ise 65 km kadar. Tempo konusuna gelince; aşağıdaki değer grubun temposunu çok iyi yansıtıyor diyemem, çünkü, grup ön ve arka olarak iki parça halinde seyredebildi ancak ve zaman zaman ön grup, arka grup için bekleme yapma gereği duydu. Ben bu beklemelerin %80'inde ölçümü kapattığım için, tempo genel olarak ön grubun temposunu yansıtıyor diyebilirim. Ancak grubun genel temposu için aşağıdaki ortalama değere bir yarım dakika daha eklerseniz, aşağı yukarı doğru bir değer elde etmiş olursunuz tüm grup için.)


19 Mayıs 2013
Mesafe: 64.73 km
Toplam zaman: 7:59:06 (Pastırmacılar Parkı'ndaki 2 saatlik mola hariç.)
Aktif zaman: 3:37:00
Duraklanan zaman: 4:22:50
Ortalama hız: 17.90 kph
En yüksek hız: 41.40 kph
Ortalama Tempo: 3:46 dk/km
Toplam tırmanış: 337 metre
Harcanan kalori: 1765 cal.
Güzergâh: http://goo.gl/maps/1xhms
Detaylar (RunKeeper üyeleri için): http://runkeeper.com/user/stziza/activity/182789814


View Larger Map

18 Mayıs 2013

Yapraklar

Mayıs 18, 2013
Sonbaharda, yaprakların döküldüğü zaman bütün mutsuzluklar hep yığılırdı omuzlarıma... Sanki bir yükü varmış gibi bana... 

Yapraklar, toprağı besliyor ağacın dibinde, besliyor ve güçlendiriyor ağacı halen... Dökülmelerine karşın. Bu çok güzel bir şey...

30 Nisan 2013

Velespit Günlüğü - IV

Nisan 30, 2013
Henüz 10 gün öncesinin çok soğuk olması beni biraz ürkütüyordu havaların kolay kolay ısınmayacağından. Ne var ki, son bir haftadır bahar o güzel yüzünü gösterdi. Geçen sene baya bir engele takılmış olmama karşın, bu sene daha rahat bir şekilde çıkmaya başladım tura.

Bugün ki hedefim, yaklaşık olarak 50 km'yi bulmaktı. Kayseri girişinde Pastırmacılar parkı var, ziyaret edenler bilir. İşte Pastırmacı parkına, Talas merkezden gidiş dönüş 48 km yapıyor. Aldım çantamı, suyumu, havlumu, molada yiyeceğim elmamı, çıktım yola. 

Her şey güzel gidiyor derken, ne zaman şehir çıkışına, batıya doğru yöneldim (yaklaşık 10. km) Pastırmacılar Parkı'na kadar ulaşamayacağımı anladım çünkü Güneş tam karşımda pedallamak kolay değildi. İş böyle olunca, ilk molamı verdikten sonra bir 5 km kadar daha gittikten sonra dönmeye karar verdim. Yolda selemde meydana gelen küçük bir aksaklık yüzünden verdiğim zorunlu mola ile toplamda 3 mola ile 40 km'yi tamamlamış oldum.

Bugün ki parkurun en güzel yanı ise, 26 Nisan'dakinin aksine, neredeyse düz olması idi. 26 Nisan'da ilk 50 dakikada sadece 7,5 km gidebilmişken (malum 400 metrelik tırmanış), bugün ilk 50 dakika sonunda 20. km'ye yaklaşıyordum.

Diğer bir hedefim, rotayı bildiğim için tempomu 3 dk/km'nin altında tutmaktı ve onu da başardım. Hatta parkurun %80'ini 2.34 gibi sabit bir tempo ile geçtim.

Tempo'dan bahsetmişken, hızım yavaş ve tempom olabileceğinden düşük. Kayseri arazisine güvenmediğim için süreli asfalttan gidiyorum ancak lastiklerimin kalın ve daha çok araziye uygun olması benim tempomdan en az bir 35 sn/km kadar çalıyor. Eğer olur da asfalta uygun güzel lastikler de alabilirsem bir ara, bu tempoyu daha aşağı çekebilirim. 

Lafı çok uzattım bu sefer, buyrun istatistikler:

30 Nisan 2013
Mesafe: 41.02 km
Toplam zaman: 2:35:23
Aktif zaman: 1:52:05
Duraklanan zaman: 0:43:17
Ortalama hız: 21.96 kph
En yüksek hız: 38.74 kph
Ortalama Tempo: 2:50 dk/km
Toplam tırmanış: 226 metre
Toplam iniş: -226 metre
Harcanan kalori: 1060 cal.
Detaylar (RunKeeper üyeleri için): http://runkeeper.com/user/stziza/activity/174019401



View Larger Map

28 Nisan 2013

Rakı vs. Ayran

Nisan 28, 2013
Evet, milli içki meselesi...

Tarih neden tekerrür eder? Sayın Erdoğan'ın Ayran ile ilgili sarf ettiklerini okuduğumda, zamanında mecliste yapılan "milli içeceğimiz nedir?" tartışmasına gitti aklım. Evet, yanlış hatırlamıyorsam, 53. veya 54. hükûmet döneminde mecliste bir milli içecek tartışması yapıldı ve oylama sonucu Rakı resmen TBMM tarafından Türkiye'nin milli içeceği olarak seçildi.

O dönemde, mecliste Erbakan da vardı ve tabii ki oylama Ayran ve Rakı arasında yapıldı. Ne var ki, o zamanın menüsünde sofrada bir de Kımız da vardı. Biraz araştırma yapmak istedim o dönemlere ait ancak, internet o zamanlarda yaygınlaşmamış bir şey olduğu için bir sonuca ulaşamadım. 

Tarih tekerrür ediyor ve biz de izleyici oluyoruz. Biz rakı - ayran tartışması yaparken, İktidar-Muhalefet kendi menfaatlerine güzel işler yapıyorlar. Bize de üzerine bir bardak soğuk ayran içip uyumak düşüyor.

Naçizane şu iki linki de bu vesile ile sizlerle paylaşmak istedim:

26 Nisan 2013

Velespit Günlüğü - III

Nisan 26, 2013
Bugün hava ne kadar bozacak gibi görünse de, yine bir tura çıkmaya karar verdim. Neyse ki, şansıma hava gayet güzelleşti, özellikle ilk 50 dakikamı yiyen tırmanıştan sonra... Güneş kendini o ilk 50 dakika boyunca gösteriyor olsaydı, galiba turu yarıda keserdim.

Bugün yola çıkarken, ilk defa RunKeeper'daki oluşturduğum rotalardan birini kullandım. Hedef 28 km idi ancak, bir noktada yolu şaşırınca 30 km oluverdi, ben de bu sayede bu sezon içinde ve geçen yazdan beri en yüksek rakamıma ulaşmış oldum mesafe babında...

Buyurunuz efendim, istatistikler:


26 Nisan 2013
Mesafe: 30.89 km
Toplam zaman: 2:27:21
Aktif zaman: 1:59:41
Duraklanan zaman: 0:27:39
Ortalama hız: 15.48 kph
En yüksek hız: 59.40 kph
Ortalama Tempo: 4:05 dk/km
En yüksek tırmanış: 466 metre
Toplam tırmanış: 1398
Toplam iniş: -1402 metre
Harcanan kalori: 834 cal.
Güzergâh: http://goo.gl/maps/LVyAu
Detaylar (RunKeeper üyeleri için): http://runkeeper.com/user/stziza/activity/172286963


View Larger Map

06 Nisan 2013

Velespit Günlüğü - II

Nisan 06, 2013
Uzun bir aradan sonra, havanın 23 derece ve günlük güneşlik olmasından faydalanıp, bu sezon turlarını açayım dedim. Gece geç yatmanın üzerine, kalkar kalmaz hazırlanıp, kahvaltı yapıp çıktım yola. Başlangıç için fena bir rakam değil ancak bu mevsim maksimum mesafeyi artırmak istiyorum, bakalım ne kadar başarabileceğim. İşte detaylar:

Not: Bir süredir RunKeeper kullanmaya başladığım için istatistikleri hem Move! Bike Computer hem de RunKeeper üzerinden tutmaktayım. Genel olarak aynı işi görselerde, ufak data farklılıkları mevcut (Maks hızım Move! Bike Computer'a göre 38 km iken RunKeeper'a göre 42 gibi). Birbirlerine göre artıları ise şu şekilde: 
RunKeeper - Hız, tempo ve yüksekliği grafiğe döküyor ve harita kullanımı daha güzel. Farklı olarak Tempo'nuzu da ölçüyor (dakikada kat edilen kilometre bazında). Veri detayları daha fazla. Ancak durduğunuzda, ölçümü duraklatmanız gerek.
Move! Bike Computer - RunKeeper'dan farklı olarak, toplam tırmanış ve toplam iniş yapılan mesafeyi veriyor. Aynı zamanda, uygulama belirlenen bir hız altında, sizin durduğunuzu varsayıp aktif zamanı ve durduğunuz zamanı ölçüp ortalama hız zamanlarını buna göre yapıyor.

Bu yüzden, aşağıda verilen verilerin bazıları linkteki detaylara göre farklılık gösteriyor.

6 Nisan 2013
Mesafe: 18.80 km
Toplam zaman: 1:43:38
Aktif zaman: 1:12:29
Duraklanan zaman: 0:31:09
Ortalama hız: 15.56 kph
En yüksek hız: 42.30 kph
Ortalama Tempo: 4:09 dk/km
Toplam tırmanış: 760 metre
Toplam iniş: -807 metre
Güzergâh: http://goo.gl/maps/B8uPf
Detaylar (RunKeeper üyeleri için): http://runkeeper.com/user/stziza/activity/164327382


View Larger Map

28 Mart 2013

Pıtır pıtır...

Mart 28, 2013
Ufacık pıtırcık bir cadı doğmuş, evvel zaman içinde... Anne cadı, bu güzel minik cadı'ya pıtırcık büyüsü yapmış daha bebekken, hep pıtır pıtır olsun diye... 

Ben bu cadı ile, 7 yıl önce tanıştım... Ufacık, pıtır pıtır bir şey... Bir de bıcır bıcır bir sürü dert anlatıyordu. O zamanlar ikimizin de sevdiği, şimdi ikimizin de hiç mi hiç sevmediği bir insanın yanında. Hatırlar mı bilmem, kendi tecrübelerinden anlattı da anlattı...

O zamanda da varmış, içindeki bu insanlara yardım etme ve onları mutlu etme çabası. Ne var ki bu insan, bir süre uzakta bir dost olarak kaldı, hâlâ yardım eden, yardım seven, mutlu eden. 5 yıl önce, gece gece hırla gürle çalışırken, beni bir derdimden nasıl kurtardığını, tatlı bir cadı olup, dileklerime ben ondan henüz derman sormadan nasıl cevap verdiğini ben bilirim. 

4 yıl önce ise, bu cadı, hayatımıza girdi, kalbimize girdi ve öyle derinine işledi kii...ve hâlâ pıtır pıtırdı... Bugün görseniz, hâlâ pıtır pıtır.

Bir öğretmen oldu, abla oldu, kardeş oldu, küçük yaramaz çocuk oldu ve her şeyden öte, ömre bedel bir dost oldu, kalbime kazınan ve hiç kaybetmeyeceğim, kaybedemeyeceğim.

İşte bu pıtır pıtır cadı, her yıl yaptığı gibi, bugün tekrar doğdu ve tekrar ve tekrar ve tekrar mutlu etti çevresindeki insanları...

Benim dileklerimi daha duymadan yerine getiren bu cadı için ben ne mi yaptım? Çok güzellikler diledim ama hiçbir şey yapamadım ve yer yer bu güzel cadının hayatında olmayı bile hak etmedim. Yanında olamadım mesela, bir defa değil sadece...

Ama bugün yatağımda yatarken, uyandığımda ilk söz olarak kendi kendine "Bugün Cadı'nın doğum günü!" diyen beni, bilemese de mutlu etti yine varlığıyla... İşte o yüzden her 28 Mart'ta oturup yeni bir dilek diliyoruz biz, o pıtır pıtır cadı hayatımızdan hiç eksik olmasın diye, iyi ki doğmuş, hep yüzü gülsün diye!


21 Şubat 2013

Cadı'ya Masallar - II

Şubat 21, 2013

Merlow ve İcatları

Bir varmış, bir yokmuş, hikayeler anlatıladururmuş. Değirmen su taşırken, aylar akar geçermiş. Develer tellal olur, tek boynuzun masalını çığırırlarmış...

Penceresinden ayları sayarmış Merlow, geçirdiği zamanı takip edebilmek için. Kasabaya geldiğinden beri dört yeni ay geçmiş. Geçmiş zaman geçmesine ama, Merlow bir sürü nicelikler öğrenmiş...

Palyaço ile konuştuktan sonra kasabaya dönen Merlow, bir ahşap atölyesine gider. Fakat bu ahşap atölyesi öyle sıradan bir yer değildir Merlow için. Bu ahşap atölyesinin ustası, oyuncak üretmektedir. Hikayenin meşhur Gepetto ustası gelir aklına hemen Merlow'un. Yanına çekine çekine gittiği oyuncak ustası, şişman, sakallı ve gür saçlı birisidir. 

Merlow'u görünce kaşlarını çatarak bakması, beklemediği bir karşılamadır Merlow'un. "Korkuttum mu seni, ufaklık?" derken gülümsemeye bırakır yüzündeki ifadeyi usta, bir yandan köşede duran gözlüklerine uzanırken.
 - Gözlerim görmez benim pek, ama ne zaman ki, görmeye ihtiyacım olmayacak kaba işlerle uğraşırım, atarım  bu camları bir kenara...
 - "Ben...." der Merlow çekine çekine...
 - Sever misin oyuncakları? 
 - Eh...

 - Eh mi, oyuncak sevmeyen çocuk mu olurmuş ufaklık?
 - Kitap severim ben çok... Yıldızları bir de... Bir de.... Iııı... Gökkuşağı'nı... 
 - Söyle o halde akıllı bıdık, adın ne, ne ararsın buralarda tek başına?

İlk başta biraz çekine çekine, sonra sakallı oyuncak ustası Petrov'un gülümseyen yüzünü gördükçe, heyecanla, anlatır hikayesini Merlow. Uzunca bir diyaloğa tutuşurlar Petrov usta ile, çocukça olduğu kadar olgun da bir diyaloğa... İşte Merlow'un ahşabın dilini öğrenmeye başlaması bu minik atölyede, böyle başlar.

Becerikliliği, Merlow'u kısa sürede iyi bir çırak haline getirir. Çalışkan bir çocuk olan Merlow, kısa sürede ahşaptan iyice anlar hale gelir. Bunu akşamları, arta kalan ağaçları, yontarak, onlarla yeni aletler yaparak gerçekleştirmiştir. Merlow geçen dört aydan sonra, artık gitme vaktinin geldiğini bir akşamüstü yağan bahar yağmurundan anlar. Gökkuşağı'nı görür görmez gözlerinin önüne gelir yine Tek boynuz...

Ancak bu sefer kendini apar topar yollara atmaz. İşe koyulur. İşine yarayacak güzel aletler yapar kendine ahşaptan. Sandığının tekerleklerini yenileyerek başlar işe...

2 haftasını hazırlıklarıyla geçirdikten sonra, vakit gelmiştir Merlow için. Ustası ile vedalaşır yola koyulmak üzere. Ustası, sandığına, Merlow için hazırladığı çeşitli, ufak tefek, yontma aletlerini bırakır...
 - Petrov ustanı unutmayacaksın Merlow, yoksa bozuşuruz senle?!
 - Unutmam usta!
 - Aferin, delikanlı... Büyüyorsun artık. Yolun açık olsun demek düşer bana, ama burada bir evin olduğunu da hiçbir zaman unutma. Ben sadece minik bir tohum serptim sana öğrettiklerimle. Ve biliyorum ki, sen o tohuma çok iyi bakacaksın, büyütüp güzelleştireceksin.. Gökkuşağı'na gelince de...

Petrov kulağına yaklaşır Merlow'un ve bir şeyler fısıldar kulağına. Merlow'un ustasını bıraktığı için asık olan suratı yerini tatlı bir gülümsemeye bırakır ustasının kulağına fısıldadıkları ile... Sarılır boynuna kocaman Petrov ustanın ve koyulur yoluna... 

Hafiften yağmur başlar Merlow kasabayı terk ederken  sanki kasabanın gözyaşlarıymışçasına ve yola koyulur Merlow, Gökkuşağı'na...


(Resim: Ernst Juch'un Toy Maker isimli tablosu)

11 Ocak 2013

Google+ Circles

Ocak 11, 2013
Google+'a ilk çıktığı zamanlarda, davet ile üye olmama ve beğenmeme rağmen, "Circle" mantığını çözemediğim, ve herkesi belli "circle"a taşımak uğraştırıcı olduğu için sonradan kullanmayı bırakmıştım.

Geçenlerde, telefona da Google+ yüklemem üzerine tekrar bir şans vermek istedim.

Tabi, bu yaşadığım en büyük zorluklardan birini de hatırlattı bana: Kişileri kendi çemberlerime eklemek!

Google+'ta kişileri çemberlere kolayca ekleyebileceğiniz, üstte kişilerin, altta da çemberlerin bulunduğu bir sayfa mevcut. Bu sayfa olayı gerçekten kolaylaştırıyor, ancak bunun da bir sorunu yok değil:
Bu sayfa üzerinde 1 kişiyi bir çembere eklediğinizde, yukarıdaki listeden kayboluveriyorlar. Böylece, özellikle birden çok kişiyi birden çok çembere eklemek istiyorsanız sıkıntı yaşıyorsunuz.

Bu noktada, çemberlere biraz Facebook bakış açısı getirmek mümkün. Google+'taki çemberler aslında Facebook'taki arkadaş listelerinden farklı değil. Facebook'ta bir kişiyi direk olarak listelerimize eklemiyoruz, önce arkadaş olarak eklememiz lazım. Daha sonrasında onları istediğimiz listelere atayabiliyoruz (ne var ki Facebook'ta arkadaş listelerini kullanmayan çok kişi var).

Google+'ı da bu açıdan Facebook mantığına getirmek, çemberlere kişileri eklemeyi kolaylaştırıyor. Google+'da "Arkadaşlarım" adında bir çember olduğunu ve herkesin istisnasız bu listede olduğunu düşünün, işte bu Facebook'taki arkadaşlar ile aynı kavram.

Bu noktada (özellikle Google+'a yeni geçecekseniz işe yarayacak bir durum) kişileri çemberlere taşıdığımız sayfaya geldiğimizde, yukarı kısımda "Arkadaşlar" çemberini görüntülersek, artık o kişileri hangi çembere taşırsak taşıyalım, yukarıdan kaybolmayacaklar.

Bu genel liste aynı zamanda, tüm çemberlerinizle paylaşmak istediğiniz şeyleri daha kolay paylaşmanızı sağlayacak.

Arkadaşlar gibi kalabalık ve genel bir liste istemeyenler ise, yeni ekledikleri kişileri ekledikleri bir geçici liste oluşturabilirler.

Ne İzliyorum?

StZiza

En Son Yazılar

randomposts