Öylece uzanıyordu... Olan bitenden, her şeyden habersiz. Bundan sonra da haberdar olmamak istercesine, uzanıyordu... Yıllarca üzerinde çalıştığı meslek, yine onu orada koruyordu. Soğuktan koruyordu belki, belki de kıskançtı kem gözlerden koruyordu.
Yapacak işleri vardı ama o öylesine bir yerlere saklanma isteği hissetmişti. Kim bilebilirdi ki öylesine ulu orta saklanmaya çalışacağını.
Neden saklansındı ki bu adam? Ne yapmıştı ki bu adam? İşte kimse bu soruya cevap veremedi, belki vermek istemedi.
Tüm bunlar olurken dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir kadının gözünden bir damla yaş süzüldü. Sevmek apayrı bir şeydir. Ne yap, ne et atamazsın içinden. Ama ne var ki, kimse o gözyaşının sebebini de anlamadı.
Orada öylece uzanıyordu... Nasıl başardıysa, öylesine bir saklanmıştı ki, bir daha bulunamadı. Aramak istemeyenler bile aradı ancak kimse onu bir daha bulamadı...
Tüm bunlar olurken, semada beyaz bir güvercin uçuyordu. Sanki o biliyordu nereye saklandığını, sanki o görmüştü. Ancak o küçük güvercinin içinde bile bir his vardı. Güvercin kalbi yaralı, bitkin ve yorgun düşmüş bir şekilde uçuyordu. Kimselere demedi ne gördüğünü, onun nereye saklandığını...
Güvercinin ne ilk durağıydı burası, ne de son. Uğurlu günlerde de uçmuştu bu güvercin, bileklerine zincir vurulan günlerde de... Uçtu hep inadına, engel tanımadan!
Yükseklerden uçtu yine, bu sefer Fırat'a doğru...
(Fotoğraf: Leo Pan)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder