30 Mart 2009

Life is Back Again!!!

Mart 30, 2009
48 saatin sonunda hıçkırıklarım sona ermiş bulunmakta... O kadar uzun süren hıçkırık fırtınasının ardından göğsümdeki yanma hissi hala devam etmekte lakin kurtulmuş olmanın mutluluğundayım... :D

29 Mart 2009

Sevgili Blog bu.. hıçk!!

Mart 29, 2009
An itibari ile 28,5 saati doldurmuş bulunmaktayım. Hıçkırıyorum efenim, öyle böyle değil. İnatçı hıçkırık tuttu.

Daha önce yaşamıştım benzer bir durum. 38 saat sürmüştü lâkin o 38 saat ömrümü yemişti...

27 Mart'ı 28 Mart'a bağlayan gece saat 02.30'da başladı tüm bu hıçkırıklar. İnatçı hıçkırık için bildiğimiz hıçkırıkta kullanılan yöntemlerin hiçbirisi sökmüyor. Sadece geçici rahatlamalar yaşıyorsunuz. Çok kesin devam ederse hastane yolları görünüyor. Tabii bu saatlerin tamamında hıçkırmıyorsunuz. 2-3 saatte bir 5 ila 15 dakika gibi periyotlarda kesiliyor. En kötü an da bu çünkü geçmiş olabileceğini düşünürken bu sürenin sonunda tekrar devam etmesi çok feci bir hayal kırıklığı yaratıyor. Unutmadan bir de uyurken metabolizma minimum seviyede olduğu için bu eylem gerçekleşmiyor. Uyandıktan bir süre sonra yine yüzleşiyorsunuz gerçekle...

Rekor kırmak gibi bir isteğim ve hevesim kesinlikle yok. Bugün içinde geçeceği umudundayım. Yok eğer bana mısın demez ise 55 saatlik hıçkırık serüveninin sonunda kendimi hastanede bulacağım...

27 Mart 2009

Yağmur

Mart 27, 2009
yağan her bir damla
yağmur ile
sen yağıyorsun içime..
yağmurun oluşturduğu
birikintiler,
içimdeki boşlukları
SEN ile dolduruyor...
yağmurun hafif esintisi,
kulağıma ismini çalıyor...





Mart 2009
Kayseri - Talas

Merve

Mart 27, 2009

Yazacağım lakin neresinden toparlarım konuyu bilemiyorum... Kafamda bile karmakarışık bir durumda, sizinkini de karıştırırsam eğer affola...

Merve benim biricik kızımın adı. Dünya tatlısı bir şey. Tabi baştan uyarayım, henüz dünyaya gelmedi bu güzellik... Ama bir gün umarım ki bu hayal gerçek olur. İşte o gün mutluluk kelimesi benim için anlamsız kalacak.

Bir çok kişiyle bu konuyu konuştuğumda bir garipseme sezinliyorum, erkeklerin her zaman bir erkek çocuk düşleyeceğine dair, beyinlere yerleşmiş saçma düşünceden kaynaklanıyor bu garipseme. Ben bir kız istiyorum. İnsanları bu açıdan yargılamam, erkek çocuk da istiyor olabilirim, bu da sadece bir hayal olurdu, ona daha güzel bir gelecek sunmak adına, daha fazlası değil.

"Daha fazlası da ne?" der gibisiniz. Daha fazlası şu: İnsanların soyunu devam ettirme hırsı ile bir erkek çocuk istiyor olmaları... Kız çocuklarını ikinci plana atmaları veyahutta plan dahiline bile almamaları. Ne kadar acı verici ve iğrenç bir düşünce -kız çocukları soyu devam ettirmiyor ya güya, onlar sadece bebeğin karınlarında beklediği depolama ortamı, yoksa annenin kalıtımsal bir katkısı yok işe(!). Peki, soy dediğimiz şey sadece erkek çocukla mı ilgilidir? "Döl" müdür insanın soyunu devam ettiren, yoksa "Soyadı" mıdır? Her iki düşünceyi de benimsemiş çok fazla insana rastlayabilirsiniz.

Buraya kadar olay bir radde kabullenilebilir. Fakat düşünce daha da ilerledikçe dünyada kız çocuklarının yeri gündeme geliyor, onlara nasıl davranıldığı, ve bu düşüncede insanlar için "es kaza dünyaya gelmiş bu garip yaratıklar"a nasıl bu hayatta bir yer biçilmediği... Çok şey söylenebilir bununla ilgili... Ne anlatmak istediğimi meşhur şarkı daha iyi ve açık ortaya koyuyor:






Döl dediğiniz ve soyu devam ettirdiğini düşündüğünüz şey nedir peki? Dölleyecek bir yumurta olmadıktan sonra neye yarar? Gelin görün ki öteki taraftan yumurta dediğiniz şey, es kaza çok düşük bir ihtimalle de olsa kendini dölleyebilir ve eşeysiz bir doğum gerçekleşebilir (örnek: Meryem ana)... Bunu geçtim, uç bir durum lakin şuna ne demeli: Ortadoğu'da herkes istekleri dahilinde bir çocuğa sahip olsaydı, bir süre sonunda 1 milyon 8 yüz bin erkek çocuğu dünyaya gelirken, aynı süre zarfında sadece 2 yüz bin kız çocuğu dünyaya gelirdi. Bunun sonuçlarını kendiniz daha iyi değerlendirebilirsiniz zannedersem.

Soyadı olayına geçelim. Bu daha da bir saçma ve acıklı. İspanya hariç (daha başka ülke bilmiyorum varsa affola) dünyanın tüm ülkelerinde doğan çocuğa soyadını verme hakkı babanın. Bu da demek oluyor ki doğan her çocuk babasının soyadını kazanıyor. Hiçbir koşulla annenin değil. İspanya'da hem annenin hem babanın soyadını alabiliyor doğan çocuklar. Bizim soyadı kanunumuzda da durum tüm dünyadan farklı değil. Bir yere kadar bu da normal belki, ancak şu madde ne denli saçma bir şeydir:

Madde 4 - Soy adı seçme vazifesi ve hakkı evlilik birliğinin reisi olan kocaya aittir

Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır. Koca ölmüş ve karısı evlenmemiş olursa veyahut koca akıl hastalığı ve akıl zaifliği sebebiyle vesayet altında bulunuyor ve evlilik de devam ediyorsa bu hak ve vazife karınındır.

Kocanın vefatiyle karı evlenmiş veya koca evvelki fıkrada zikredilen sebeplerle vesayet altına alınmış ve evlilik de zeval bulmuş ise bu hak ve vazife çocuğun baba cihetinden olan kan hısımlarından en yakın erkeğe ve bunların en yaşlısına yok ise vasiye aittir.



Biri bana bu mantıksızlığı açıklayabilir mi? Ne yorum yaparsınız ne dersiniz bilmiyorum, lakin bu da konu ile ilgili en güncel haber: Çocuğun anne soyadına ret!

Yasa yukarıdaki gibi olduğu için elbette ki mahkeme aksi bir karar alamazdı. Bu ortada. Fakat daha uzaklara gitmeden durumu şöyle özetleyeyim kendi açımdan:

Murat adında bir yeğenim var. Ablamın oğlu. Murat henüz 8 aylık iken babası tarafından terk edildi ve o günden bu güne babasının Murat'ın hayatına maddi manevi hiçbir katkısı olmamıştır. Murat'ı büyüten bugüne getiren, annesi ve dedesidir. Murat şu anda 11 yaşında ve hâlâ hayatına hiçbir katkısı olmayan, sadece kalıtsal olarak özelliklerini taşıdığı biyolojik babanın soyadını taşımaktadır. Yorumunu size bırakıyorum.

Diyorum ki, acaba, bir gün dünya liderleri bir araya gelse ve dese ki, "Ey dünya insanları, bugüne kadar doğan çocuklarınız soyadlarını hep babadan aldı, bundan sonra anneden alacak!", nice olurdu acaba dünya. Çok aşağılayıcı geliyordur bence bu zihniyette insanlar için. Ya da şu haliyle de bu saçma geliyorsa tam aksini kadınlar için düşünün o halde, kendinizi ablamın, kendinizi yukarıdaki haberdeki annenin yerine koyarak.

Bu konu uzar gider... Sadece kendinizi lütfen bir kız çocuğu yerine koyun, ve onun gözünden bakmaya çalışın şu dünyaya, eğer bakabiliyorsanız içiniz rahat... Zira ben rahatsız oluyorum, sinirleniyorum ister istemez bu adaletsizliğe!

Benim bir kız çocuğum olursa adı Merve olacak ve benim için hayattaki en önemli varlık da O olacak!




(Fotoğraflar: mumbojumbo89, heelandtoe, think-this, underthedarkenedsky)

BEN-cil

Mart 27, 2009
Kayıp olduğum esnada sobelenmişim... Sevgili Fulya sobelemiş beni, konu ise çok bencil: BEN :)

Yazalım o halde görelim neymişim ben:

astronomiye aşığım...
tiyatroya da aşığım...
fotoğrafsız yapamam bu hayatta...
bisiklet hastasıyım aynı zamanda...
sigara içmem hatta nefret ederim...
duygusalımdır, ağlarım falan...
yazarım, çok yazarım hemde...
metal müzik severim...
öğrenciyim...
sonsuza kadar öğrenci kalmaya niyetliyim...
gezmeyi severim...
çok gezerim...
tabiri caizse kıçımın üstünde duramam...
çenesi düşük biriyim (karşılaşırsanız bir gün demedi demeyin)...
bir kaç tahtası eksik olan bir insanım...
çok şey yazabilirim buraya...
ne köy olurum, ne kasaba...
olsam olsam sahil kenarında şirin bir ilçe olurum...
var ya, ben çok feciyim ben, bulaşmayın, pişman da olmayın :D

Bir sobeleme eylemini de böylece atlatmış bulunmaktayız... Çok ben merkezcil bir mim imiş bu, olsun sevdim yine de... O halde topu taze blogger'a atalım, bakalı Karakuş ne kadar BEN-cil miş.

Karakuş

Mart 27, 2009

İçimde birikmişleri bloga dökmeden önce yaptığım ilk iş blog alemine yeni bir yazar daha eklemek oldu. Neler anlatır, neler yazar bize biliyor ve tahmin ediyorum lâkin her hayat içinde saklı başka güzelliklere, derin yaralara açılır ya, beklentim dışında da güzel yazılar neden olmasın...

Buyurunuz efenim, karşınızda taze blogger; Karakuş...

18 Mart 2009

Lunaparkın Işığı

Mart 18, 2009
Yürüyorum,
Karanlık bir sokakta
Hiç ardıma bakmadan.
Ardımda geçmişin acıları...
Küçük atıyorum adımlarımı,
Küçük ve sakin.
Gözüm kör, yürüyorum...
Önümde geleceğin korkusu,
Gelecek karanlık.
Ardımdan tek tük ışık sızıyor
Acı geçmişimdeki
Lunaparkın ışığı,
Geçmişimi yapılandırmış
Mutlulukların ışığı...
Yine de geçmiş acı,
Geçmiş yaşanmış.
Durursam, yutacak beni geçmiş,
Koşarsam kaybolacağım karanlığın içinde...
Allahım
Bu ne çelişkidir!
En acı geçmiş bile
Işık tutuyor önüme
Ve o ışık olmadan
Yürüyemiyorum,
Cesaret edemiyorum...
Açıkçası,
Korkuyorum!


Eylül 2002
Denizli - Bağbaşı

Ne İzliyorum?

StZiza

En Son Yazılar

randomposts