24 Şubat 2009

House M.D.

Şubat 24, 2009

Dün gece 4. Sezon finali ile ağzıma sıçan dizi bu işte... Yattığım yerden ağladım, bana mısın da demedim. Hoş sadece dizi değil, bana kendi hayatımdan hatırlattığı eski anıların da etkisi vardı ama şunu söyleyebilirim ki, bir çok dizinin senaristlerin grevi yüzünden ya bittiği yada kötü bir son bulduğu dönemde House M.D. 4. sezonu diğer 3 sezona göre muhteşem yapmış ve mükemmel bir finalle bitirmiş...

İzlemiyorsanız eğer edinin bir şekilde ve başlayın izlemeye. İlk sezon çok yavaş ve konusuz gelebilir fakat sezon sonundan itibaren dizide heyecan başlıyor. "Bende yok bu, bulamam, edemem" diyen varsa da ben yollarım siz yeter ki izleyin... Bir yandan da tıp genel kültürü kazandırdığı için yararlı olabilecek dizidir kendisi...

The Giggle Loup

Şubat 24, 2009
Yeğenim Murat, ayda bir, bir dershanenin seviye tespit sınavlarına giriyormuş. Cumartesi bir sınava daha girecekmiş. Yemek sırasında sınav muhabbeti üzerine bir diyalog başladı...

Perinur: Sen sınava gireceksin de, seni sınava alacaklar mı bakalım?
Murat: Alacaklar ki..
Aziz: O nereden çıktı ya?
Perinur: Sınavlarda gülüyormuş bu, bir kere sınavdan çıkarmışlar...
Aziz: Hadi ya, o ne öyle? :D
Murat: Ben sınavlarda gülmüyorum ki, bazılarında gülüyorum! (Nasıl savunma ama :D )

Sofra başında nasıl bir yarıldıysak artık buna... Hani suçunu da itiraf ediyor. :) Dürüst ne de olsa, buna sevinmek lazım. Ne var ki sonrasında olayı anlattı da biraz olsun anladık. Meğersem arkadaş Kıkırdama döngüsünün bir parçası haline gelmiş...

Coupling'i izleyenler Kıkırdama Döngüsü'nün (The Giggle Loup) ne olduğunu bilirler. Bilmeyenler ise buradan buyursun:

The Giggle Loup: http://www.youtube.com/watch?v=-iKjkPgVQcE

Yasal Uyarı: Kıkırdama Döngüsünün ne olduğunu öğrenmek, onun bir parçası olmaktır!

(Perinur: Hayatımın kadını, annem.)

23 Şubat 2009

Deeply

Şubat 23, 2009
Just one touch!
One deep touch,
to my heart...
Tell me beautiful,
tell me how can i feel that touch,
so deep in my heart,
and
how can i deeply feel that love,
spreads from your touch
into my each cell?

The Interpreter

Şubat 23, 2009
Son 5 yılda yaptığım Kayseri-Denizli yolculuklarının %80'inden fazlası çevirmenlik yaparak geçti efenim. Almanlar, İngilizler, Japonlar vs... Host yada muavin ingilizce bilmediği durumlarda bu turist arkadaşların imdâdına hep ben koştum. Neler neler yaşadım bu süreçte, ne eğlendim, ne güldüm...

Fakat bu sefer bizzat çevirmenlik yaptım, bir an için "acaba ben yanlışlıkla turist otobüsüne falan mı bindim" dedim kendi kendime... Ama değildi her zaman ki gibi Kayseri - Marmaris seferini yapmakta olan otobüstü bu.

Bu güzergâhtaki turist yoğunluğunun sebebini açıklayayım:
Bahsi geçen otobüs, Kayseri'den kalktıktan 1 saat sonra Kapadokya'ya ulaşır. Otobüs'ün güzergâhı üzerindeki diğer turistik mekânlar ise (aktarma ile) Pamukkale ve Efes. Dolayısı ile Kapadokya - Pamukkale veya Kapadokya - Efes yolunu kat edecek, ülkemizi ziyaret etmekte olan sevgili turist dostlarımız doluşuyorlar otobüse...

Dönelim yolculuğumuza.

Yan taraftaki otobüs şemasında da görüldüğü üzere bu sefer resmen kuşatıldım turistler tarafından, hem de çok uluslu olarak.

Sağ taraftaki 38 numaralı lacivert koltukta oturan zavallı arkadaş benim. Benim dışımdaki renk gruplarına göre tanıtayım yolcularımızı:

27 - 30 numarada 5 kişilik bir Fransız aile vardı. 3 tane süper çocuk ve otoriter ama bir o kadar da şeker ebeveynleri. Çocuklardan Julien henüz 5 yaşındaydı. Evin büyük çocuğu olan, iki ufaklığın ablası Marianne ise 10 yaşında. Adını öğrenemediğim diğer ufaklık ise 8.

Mor koltuklara geçelim, yani Japonlara. 4 arkadaş çıkmışlar tatile. İsimlerini ne kadar söyleseler de anlamadığım bu 4 arkadaş havadan biraz memnuniyetsiz kalmışlar. Yani bu kadar kar ve bu kadar soğuk hava beklemiyorlarmış, memleketleri süpermiş, ılıman bir havası varmış. "Antalya'ya gideydiniz o halde, ne işiniz vardı allahın dağında" dedim tabii bende. Türkçe söyleyince mal mal baktılar. Zaten bir garipler, hepsi de otobüse biner binmez koltuğa beyaz keseler astılar. İçlerinde yolculuk malzemeleri varmış güya... İşte şişen yastıklar, uyku gözlüğü falan... Uyudular horul horul daha da konuşmadık.

33 - 34 numara: Amerikalılar! Phil ve Jasmin: Dünyanın, birbirine en çok yakışan, en tatlı çifti olmaya adaylar. Dünya tatlısı iki insan. İlk mola yerinde ben temiz hava almaya çalışırken Phil seslendi bana uzaktan "Hey, where are you from?" diyerekten. Şaşırmış bir şekilde cevap verdim bende: I am Turkish! Cevabı alınca o da şaşırdı. Bu kadar iyi ingilizceyi nerede öğrendiğimi sordu. Sonrasında bir dizi diyalog sonucu hikayeleri şu şekilde oluştu:

Phil ve Jasmin Coloradolularmış. Phil elektronik mühendisliğinde doktorayı bitirir bitirmez takmış hatunu koluna, Türkiye'ye tatile getirmiş. Başlarına buyruk geziyorlar, önceden yaptıkları herhangi bir rezervasyon, planlama olmadan. Kararlaştırdık, onlarla buradan İstanbul'a aynı gün aynı otobüs ile geçiyoruz! :)

Bir tanesi yanımda oturmasına rağmen pek konuşmadığımız yeşil arkadaşlar ise çinliler. Arkadaşın çinli olduğunu öğrenince çat pat çincemle "你好, 您好吗 ?" dedim. O da cevap verdi. Cevabı anladım sadece, sonrasında söylediği cümleler için bön bön baktım. Doktormuş, arkadaşlarıyla geziyormuş o da... Sonra uyudu zaten konuşmadık bi daha...

En arakadaki sarılar ise Almanlar. Birşey söylemeye gerek duymuyorum, soğuk almanlar diyorum siz anlayın: "Ich nicht ausstehe dich!"

Bütün bunlardan çıkardığım ders: Almanlara tercümanlık yapmayacakmışsın! :D

Bütün bunlardan çıkardığım ana fikir: Phil ile Jasmin'i gördükten sonra ekim ayında G. Kore'ye giderken koluma bir hatun takıp gitmeliyim. Yalnız başına geçmez o güzelim seyahat, heba olur... (Aha da buradan da duyuruyu yaptım gitti :D )

Yolum daha uzun, bakalım daha neler gelecek başıma...

Sağlıcakla kalın efenim.


(Dip serzeniş: Pamukkale ekspresi halen çalışmıyor. :( 24 Temmuzdan beri ne bitmez yol çalışmasıymış bu ya, sıfırdan ray döşenirdi o güzergâha 7 ayda)

Duygusal Diyaloglar - IV

Şubat 23, 2009
Delik

2009 Dünya Astronomi Yılı etkinlikleri için Kayseri Büyükşehir Belediyesi Meclis Salonundayız. Daha doğrusu salonunda önünde. Etrafta astronomik fotoğraflar, bilgi tabletleri vs...

Canımız sıkkın muhabbet ediyoruz... Saçma sapan boş şeyler çıkıyor ağzımızdan, kâh gülüyor, kâh düşünüyoruz. Derken bir anda Duygu'nun bize yaptığı uyarı ile irkildik:

Duygu: Bulduğunuz her deliğe parmağınızı sokmak zorunda mısınız ya!!!

Bir anda irkilip kendimize geldik, sonra da gülmekten yarıldık.

Arkadaş üzerindeki kazağın -resimdekine benzer- boşluklarını kastediyormuş meğersem...

20 Şubat 2009

Once Upon A Time In My Life - II

Şubat 20, 2009
2007 yazı kendimi öldürmeye yeltendiğim bir yazdı efenim. Yok, öyle depresyonları, bunalımları olan bir insan değilim. Aksine dünyanın en mutlu insanıyım ben! Ama gel gör ki insan kendi dikkatsizliği ile başına neler açabiliyormuş...

Sağlıklı bir insanın günde ortalama bir litre su tüketmesi gerekir. Ama bu ortalama, su için gerekli. Yani herhangi bir sıvı değil çünkü aldığınız sıvıya göre günde bu miktar ölüme sebebiyet bile verebilir.

Gel gelelim ben nasıl kendi sağlığımla oynadım:
Herkes'in su hariç sevdiği ve favorisi olan bir içecek vardır. Benimkisi sade gazoz! Evet, sade gazoz.

Vazgeçemem asla gazozdan. 2,5 litreyi koyun önüme "bana mısın?" demem, bitiririm hepsini... Özellikle de Zafer gazoz ise. (Bu konuya daha sonra ayrıntılı değineceğim.)

Konuya dönelim:
Efenim ben 2006 dan itibaren çok su tüketmeyen bir yaratık olmaya başladım. İçtiğim su haftada ortalama 1-2 bardağı geçmiyordu. Yazın ise sıcak günlerin rehaveti ile bu sayı değişmiyor, sadece asitli içeceklerle takviye olunuyordu. 2007 yazında da kendime bu açıdan yapabileceğim en kötü şeyi yaptım, o süre farkında olmadan. Yaz boyunca içtiğim su toplam da 5 litreyi anca bulur. Bunu ay bazında açıklarsam, yaz boyunca bir ayda tükettiğim;
Su miktarı: ~ 2 litre
Gazoz miktarı: ~ 60 litre

Hâl böyle olunca bütün sağlığımın içine ettim. Gazoza karşı son 6 aydır ciddi bir savaş açmış durumdayım. 2007 Temmuz'undan itibaren ise su tüketimime müdahale etmek için eşe dosta haber saldım "bana su içmeyi hatırlatın" diye...

Gelelim günümüze, son 3 ay için istatistikleri veriyorum size:
Aylık su tüketimi: ~ 40 - 45 litre
Aylık gazoz tüketimi: ~ 1 - 2 litre

Karaciğeri sorunlu bir insan olarak bu su miktarı bile az benim için ama, şu an için yeterli. Umarım daha da sağlığıma dikkat eder bir hale geleceğim.

ve Ödülü Kazanan....

Şubat 20, 2009
Perişte ödüle layık bulmuş beni... Kendisine buradan bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

Blog ödülleri veriliyormuş bu ara. Yedi bloga mı (yoksa blog yazarına mı) ne ödül veriyormuşuz... Sayı mayı sallamam veririm ödüllerimi deyip sıralıyorum...

Aydan Atlayan Kedi'ye, güzel yazıları ile yüreğimize yaptığı güzel dokunuşlar için;
Camilla'ya, sıcaklığı için;
Dejin'e, sıradışılığı ve rahatlığı için;
Gaia'nın güncesi'ne, okumaya doyamayacağım yazıları için;
İçimden geldiği gibi'ye, bize aktardığı güzel anılar ve hikayeler için;
Kedisinek'e, canımdan bir parça olduğu için; (bu biraz torpil mi oldu ne)
Perişte'ye, içtenliği ve paylaşımcılığı için;
Pijamalı Kontes'e, gündelik hayatının traji komikliği ve pijamaları :P için;
Nostatic'e, huzur yaratan güzellikte bir blog için; (bir de patrondur şimdi atlamak olmaz :P)
Angie'ye, sulugöz olduğu için;
onurCUK'a, mâşuk olduğu için;
Witchie''ye, âşık olduğu için...

Seviyorum sizleri....

Sağlıcakla kalın... Eksik olmayın...

19 Şubat 2009

Duygusal Diyaloglar - III

Şubat 19, 2009
Sevgili

Bakmayın başlıkta Duygusal Diyaloglar yazdığına... Bu sefer bir açıdan duygusal sayılabilecek bir diyalog aktaracağım. Bir fark daha var: Diyaloğu yaratan kişi bu sefer Duygu değil. Duygu bu sefer olayımızın baş kahramanı.

Sevgili arkadaşımızın başını bağladığı bir adet sevgilisi var: Metehan.

Metehan 4. sene Astronomi öğrencisi. Fakat okula bir yıl ara verdiği için 3. sınıfta. Duygu ise 3. sene 3. sınıf Çin Dili öğrencisi. Bunları niye söylüyorum açıklayayım: Her sene astronomiden 5 kişi mezun oluyor, 25 kişi de okulu uzatıyorsa, çin dili bölümünde 25 kişi mezun olurken en fazla 5 kişi okulu uzatır. Durum bu.

Bu hâl içerisinde Metehan arkadaşımız hocanın onu haksız yere bıraktığı Yıldız Atmosferleri dersi için hocanın odasına gider ve olaylar gelişir:
Metehan: Hocam merhabalar.
Hoca: Buyrun!
Metehan: Hocam ben geçtiğimiz dönem sizden Yıldız Atmosferleri dersini almıştım.
Hoca: Evet?
Metehan: Hocam benim ders için verdiğim ödevi ve sınavda yaptıklarımı düşünürsek kalmayı hak etmedim. Notlara tekrar göz atma imkanınız var mı?
Hoca: Metehan, notu aldıysan sisteme girdiyse artık benim yapabileceğim bir şey yok demektir...
....
Bunları takip eden bir dizi muhabbetten sonra Metehan son bir çırpınışla içini döküp, haykırır:
Metehan: Hocam, böyle giderse kız arkadaşım benden önce mezun olacak, bir şeyler yapsanız?

Çok duygusal bir an olsa gerek diye düşünüyor yorumunu size bırakıyorum... :D

15 Şubat 2009

Bon Jovi

Şubat 15, 2009
Duygu memleketine döndükten 2 gün sonra bir mesaj aldık ondan. Mesajı görünce gülsek mi ağlasak mı bilemedik.

Duygu mesaj ile 9 yaşındaki sevgili kardeşinin Bon Jovi'ye yazdığı mektubu göndermiş. Nasıl bir hayranlık ve nasıl bir heyecandır dedirtti bana, aktarıyorum:

"Türkiye'ye ne zaman geleceksiniz? Yeni şarkı besteledin mi, nasıl, güzel mi? Sakın ben gelmeden başlama. Konser 18 yaş üstümü eğer öyle olursa ben gelemem. Konseri Türkiye'de yapın isteyen gelsin tamam mı, Söz ver tamam mı?"

Arzulu Diyaloglar - III

Şubat 15, 2009
Rüya

Sınavlardı, tatildi derken uzun bir süre görüşmedikten sonra aramaya, hasret gidermeye karar vermiştim. Bir halini hatırını sorar, nasıl olduğunu öğrenirim diye ümit ediyordum. Yani benim beklediğim sıradan bir telefon konuşmasıydı. Fakat bir şeyi gözden kaçırıyordum: Aradığım kişi Arzu idi!

Sözü fazla uzatmadan arzulu bir diyalogla daha baş başa bırakıyorum sizi...

Uzun süren ton sesinden sonra telefon nihayet açılır ve olaylar zuhur eder:
Aziz: Heey! Naber, ne yapıyorsun?
Arzu: Hııahh, hı?
Aziz: Ohoooy, bu ne uykusu ya erkenden, günaydın!
Arzu: Hı-hıı... Aziz...
Aziz: Eee, naber bakalm?
Arzu: Acil yapmak zorunda mısın?
Aziz: Ne?
Arzu: Acil yapmak durumunda mısın Aziz?
Aziz: Ne acili ya, ne oluyor?
Arzu: Niye acil yapıyorsun yaa? Acil yapmasan?
Aziz: Arzuuuuu!! Uyuyorsun daha... Hoop..
Arzu: Hı? Aziz!
Aziz: Günaydın!
Arzu: Sana da...
...
Konuşma bir müddet devam eder, kapatmak üzereyken...
Aziz: Arzu, telefonu nasıl açtığını hatırlıyor musun?
Arzu: Hmmm.... Aaa, bi dakika ya, hatırlamıyorum..?!
Aziz: Aferim sana!

Uykusunda konuşan insanı bir yere kadar normal karşılayabilirim lakin uykusunda telefonla konuşanı bilemiyorum. :)

Ayva Tatlısı

Şubat 15, 2009
Kurban bayramı dönüşü evden getirdiğim ayvaları ortalıkta dursun ki yiyelim diye koyduğum kutu da unutunca bir kısmını kaybettik maalesef. Ben de kalan kısımları geri kazanmak için bir güzel ayva tatlısı yaptım. Süper oldu. Normal bir ayva tatlısından farklı olarak hazırladıktan sonra ayvalar şekeri çekerken üzerilerinde akçaağaç şurubu gezdirdim ki sormayın. Süperdiler muhteşem oldular. Süper müper diyorum da kendimi öveyim diye değil. Zira ayvaları tatlı haline getirmekten başka bir halt yemedim, işin büyük kısmını ayva ağacı ve akçaağaç yapmış. Onlar süper yani :). Afiyet oldu bitti hepsi...

Terfi

Şubat 15, 2009
Sevgili angie öğretmenlikten öğrenciliğe terfi etti. Bu kötü haber değil zira kendisi yüksek lisansı kazandı. Aynı zamanda bir aydır bizimle birlikte yaşamaktan bıkmış olacak ki ev tuttu kendileri. Bizimle yaşamaktan bıkmak mı? Bir hafta önce evi tutmuş olmasına rağmen hâlâ bizimle yaşadığına göre durum hiç de öyle değil. Bugün de uyumaya giderken "Ben de yatağıma gideyim artık" diyerek gitti. Artık ne kadar sahiplendiyse yatağı. :) Görünüşe göre 1-2 hafta daha bizde olacak.

Şaka bir yana, gayet memnunum durumdan. Benim için hava hoş yani. Zaten geçen iki hafta içerisinde evde toplamda 8 yatılı misafir ağırlamışız. Ne güzel :)...

Annemin deyişi ile "Allah gelenimizi gidenimizi eksik etmesin, arayan-soran dostlar sağolsun. Geliyorlar biz mutlu oluyoruz, onlar mutlu oluyorlar, ne güzel böyle şeyler!"

Carpe Usus

Şubat 15, 2009
Uzun bir zamandır yoktum ortalıkta... İki hafta rahat oluyor hiçbir şey yazmayalı. Hoş gerçi, yokluğumu da tek fark eden Perişte oldu. Teşekkür ediyorum kendisine. "Neden yazmaz oldun?" demiş, açıklayayım dedim.

Hayatımla ilgilenmem gerektiği için boş bıraktım buraları uzun süre. Astronomik işlerim, okulum, ailem derken nihayet gereken miktarda çeki düzeni vermiş bulunmaktayım hayatıma.

İki hafta sonra ilk yazdığım yazı değil aslında bu. onurCUK ile açtığımız yeni, taze bir blogumuz var: Carpe Usus. Bu aralar blog delisi olmakla meşgulüm. Her bir yere ayrı telden çalıyorum:

Z.I.Z.Ã: Şiirsel, edebi, öyküsel.
St. ZizÃ: Gündelik.
Kuyuya Attılar Taş: Mizahi, deli, dengesiz.
Carpe Usus: Ansiklopedik.

Buyurunuz efenim. Yeni blogumuz umarım hoşunuza gider.

14 Şubat 2009

St. Valentine Günü

Şubat 14, 2009
Sevgililer günü olarak da nitelendiriyoruz çoğu zaman. Zaten Valentine ismi de bir çok dilde sevgili, sevilen kişi, hoşlanılan kişi anlamlarını kazanmış durumda. Dolayısı ile nedir bu Sevgililer günü zımbırtısı?

Orijinal hikayeyi biliyorsunuz belki çoğunuz. Birazcık kendi süslememle ve eklemelerimle anlatayım istedim...

Rivayetlere göre 4. yüzyılda geçer hikaye. İsimler ve mekanlar kifayetsiz benim için. Tarihte herhangi bir yerde bu olayın yaşanmış olması bile acı en nihayetinde... Eski zamanlarda fetihler, zaferler en büyük güç ve kudret göstergesi olarak kabul edilirdi. Bu yüzdendi ki krallar, padişahlar hiç durma savaşırlar, sefere giderlerdi. Her kral kendinde iddialı, kendince daha güçlü idi. Fakat güç yanında hırsı barındırıyorsa, önü alınmayacak şeylere gebe demektir zaman. Bu koşullarda her kral ise askerleri daha güçlü olsun, orduları daha büyük olsun isterdi. İşte o krallardan birisi, bir ferman yayınlar: "Sevgi, aile yapısı, eş, nişanlı, çocuklar askerlerimin gözünü arkada bırakmakta, duygusal ve zaman zaman fiziksel olarak onları güçsüz kılmaktadır. Sözüm odur ki bu günden itibaren hiçbir asker evlenmeyecek, sevdiği ile bir araya gelmeyecek, gerekirse uzaklaştırılacaktır." Gönül ferman dinler mi hiç! Kral konuşadursun, sevenler gizlice bir araya gelmeye başlamışlardır bile. Bölgenin papazı olan Aziz Valentine kralın emirlerine uymamakta kararlıdır ve gizlice sevenleri evlendirmeye devam eder. 3 hafta, 5 hafta derken kralın kulağına gider bu evlilikler ve Aziz Valentine kralın huzuruna çıkarılır. Kral ondan tek bir geçerli, mantıklı sebep ister. Papazın cevabı "Sevginin karşısında hiçbir koşulla durulmaz" olunca ölüme mahkum edilir. Aziz Valentine bir 14 şubat sabahı kralın emri ile öldürülür. Aziz Valentine'in adı diyardan diyara, kulaktan kulağa yayılır. Bu çağrı içten içe şunu fısıldar insanların kulaklarına: "Sevginize sahip çıkın, koruyun onu!"

Aziz Valentine'in de dediği gibi, sevgi, önünde durulamaz yüce bir şeydir. Hiç kimse ve hiçbir şeyin gücü yetmez ya durdurmaya, her 14 şubatta düşünürüm, ne kadar seviyor insanlar diye. Sevgilerini, sevdiklerini ne kadar koruyorlar diye...

14 Şubatı benim için herhangi sıradan bir günden ayıran bir etki yok. Zira her günümü birşeylerle özel kılsaydım bu şekilde mutlu olamazdım diye düşünüyorum.

Canı pahasına da olsa kendini sevgiyi korumaya adamış Aziz Valentine'i saygıyla anıyor, üstüne alınmak isteyen herkesin ise sevgililer gününü kutluyorum...

Ne İzliyorum?

StZiza

En Son Yazılar

randomposts