18 Ağustos 2011

08 Haziran 2011

Rüyalar Gerçek Olursa...

Haziran 08, 2011

Acı başlıklı yazımda anlatmıştım rüyamı... Aklımın ucundan geçmezdi belki bir an bunların gerçek olabileceği...

Olayın başı çok önemli değil arkadaşlarla eğlenmeye gidiyorduk. 8-9 arkadaş uzun süren bir çalışmanın soununda eğlenmeyi hak ettik. Yola çıktık gidiyoruz derken geç de olsa, Eda'nın bizimle olmadığını fark ettim. Kızdım ilk etapta ancak daha sonradan Eda'nın evine gidip, tutup kolundan getirmeyi düşündüm.



Dediğim gibi de yaptım. Eda gereksiz ve saçma depresyonları yüzünden evden çıkmak istemiyordu. Tuttum kolundan götürdüm.

Bar'a geri döndük, tam giriyoruz derken duyduğum silah sesi ile sırtımda hissettiğim acı bir oldu. Yer'e atarken kendimi, tonla lanet yağdırdım, tonla kürettim. Rüyanın gerçek olması içten bile değildi. Neyse ki, çok geçmeden Ambulans geldi ve hastaneye kaldırdılar. Kürek kemiğimin tam altına denk gelmiş. Kolumu oynatırken hafif sorunlar olabilirmiş ama zamanla düzelir dediler... Artık ne kadarsa düzelirse...


Derken bir süre daha olaylar böyle devam ettikten sonra, yine uyandım! Artık bu tarz rüyalar sonrası rahatlasam da, küçük çapta tedirginlikler baş gösteriyor! Ne anormallik var bilemedim.


İki gün önce rüyamda tekrar vuruldum. Evimizin karşısında. Fakat bu sefer vurul vurul bir yere kadar, canıma tak etti ve ben de adamı vurdum.

Anlamıyorum ne biçim bir yaratığa dönüşüyorum rüyalarımda ama bir yandan da, tüm bunların gerçek olması korkutuyor...

07 Haziran 2011

Terkedilmiş...

Haziran 07, 2011
Terk edilmiş evler gibi aynı...



Yarım bırakılan, sonuna bir nokta konmayan bloglar... Öylece yarım bırakılmışlar... Bir, iki, üç sene önce girilmiş son yazılar sanki bir devamın geleceğini haber etmişler döneminde ama hiçbirinin devamı gelmemiş. Öylece bir anda, veda etmeden terkedilmişler... Kimisi tamamen yıkılmış artık kullanılamaz duruma gelmişken kimisi de aynı kaderi paylaşmakla yüzyüze...

İzlediğim blogların yarısını bu sebeple kaldırdım bugün. Hepsi terkedilmişlerdi uzun bir süre önce... Özellikle bazıları o kadar üzdü ki... Saray kadar güzel bir evi terk ettiğinizi düşünsenize, işte öylesine güzel kelimelerle, duygularla donatılmış bloglar öylesine bırakılmış bir noktada...

Üzüldüm...



(Fotoğraf: Tristan k)

06 Haziran 2011

Peri Fırtınası - 2. Bölüm

Haziran 06, 2011
Hayal bile değildi uçmak...

Adının Murat olduğunu sonradan öğrendiğimiz kızıl güvenlik görevlisi, bizim odasında ne işimiz olduğunu sorduğunda... Bir süre evelemeden gevelemeden sonra, dürüstlüğü seçip, kaçacağımızı itiraf ettik. Güldü Murat... Epey bir güldü... "Siz buradan nasıl kaçacağınızı zannediyorsunuz" demesi ile anlattı tüm hikayesini...

Murat burada çalışan bir çok kişinin koşullardan rahatsız olduğunu ancak isteseler bile işi bırakamadıklarını, geçmişteki bir çok firar'ın başarısız ya da sonunun kötü olduğundan bahsetti.

- Siz,... dedi ...yine şanslısınız. Lazımsınız çünkü bunlara.

Bunun üzerine uzun uzun konuştuk. Bizi kullanacaklarını biliyorduk elbette ama daha gelecek insanların olduğunu bilmiyorduk. Biz sadece ilk iki idik. Diğerleri geldikçe Murat'ın odasını toplanmak için kullandık. Artık plan kesindi ve Murat da içindeydi...

Bir kaç güne hocam tekrar geldi, artık hocam demek tiksindiriyor ya... Fakat farkettiğim önemli bir şey oldu. Zira hocam sadece bir anlaşma ortağı da değildi. Benimle konuşurken yüzüme bile bakmadı bu sefer. Lanet ettim kendisine ve yaptıklarına... 

 - Hiçbir şey yaptıramayacaksınız bana ve diğerlerine, bunu bir kere aklınıza sokun artık!!!
 - Aziz... Aziz! Keşke her şey senin benim isteğimle olsaydı... Ama yapacaksınız, daha durun hele, daha durun...

Bu konuşmanın üzerine arkadaşım ile Murat'ın odasına gittik... Artık harekete geçmek gerekli idi. Uzun konuşmaların ardından, Murat'ın odasına saklanmaya karar verdik, hep beraber, 8 kişi. Başlangıcı biraz zor bir plandı bu zira, kaçmış süsü vererek bir kaç günü Murat'ın odasında geçirecektik. Daha sonra zayıflayan güvenlikten faydalanıp, gerçek firarı gerçekleştirecektik. 

Kafama takılan yakında bir yerleşim birimi olmamasıydı. "Peki nasıl ulaşacağız bir yerlere" dediğimde Murat'a, yakında bir dağ evi olduğunu ve yamacın ters tarafında olduğu için buradan görünmediğini, orada bir yardım ateşi yakıp bekleyeceğimizi söyledi...

3 gün sonrası olağan bir kutlama günü idi orada. Büyük bir aile burada ikamet eden. Aile mafya işlerinden bağımsız yaşıyor. Adları temiz yani anlayacağınız. Eğlence erken başlasa da, kutlama yemeğinin yeneceği sırada hafiften başlayan rüzgar, bir anda güçleniyor yağmurla beraber...

O zaman ilk defa duydum ne olduğunu Peri Fırtınası'nın... Anons yapılıyor aile üyelerinden biri tarafından: "Sevgili dostlar, aldığımız rapora göre, Peri Fırtınası bu sene beklenenden erken geldi. Sizden isteğimiz evde kalmanız ve odalarınızdan dışarı adım atmamanız. Can sağlığınızı düşünüyorsanız, bu duyuruyu lütfen dikkate alınız!"

Murat, Peri Fırtınası'nın inaılmaz bir fırtına olduğunu söyledi. Fırtına çok kuvvetli olmasa da, yeri gerçek anlamda yerinden oynatan bir fırtına idi... ve Murat ekledi: "İşte bizim için fırsat budur!"

Fırtına'nın tüm elektrik sistemini alt üst etmesi ile birlikte fırladık dışarı hep beraber ve ilerlerken birden büyük bir sarsıntı ile yarıldı yer... Tepenin ortasında kocaman bir çatlak oluştu. Tam o çatlağa doğru bakarken, göklere yükselmeye başladık!!! Fırtına kara parçasını havalandırmıştı, üzerinde bulunduğumuz... ve yükseldik... Koca kara parçası uçuyordu adeta... Ancak kısa bir süre sonra alçalmaya başladık. Fakat yükseldiğimizden çok alçalıyorduk. Uzun bir süre geçtikten sonra, tam da planladığımız dağın yamacına çakıldık...

Etrafa bakmamla beraber yaşadığım şok bir ayrı olsa da Murat aldırmadan, küçük bir yokuştan aşağı inerek yakmak için bir balya aramaya gitti... Mimarisi hiç de hoş olmayan, farklı bir yere düşmüştük biz... Bu dağ evi hiç rahat vermiyordu zira, Murat'ın yaktığı turuncu saman balyası da...

 - Murat! Nerede olduğumuzun farkında mısın? Burası hiç bir dağ evine benzemiyor!!
 - Farkındayım, ama kaybedecek vaktimiz yok, nihayetinde dağın yamacında hala bir dağ evi...
 - Yukarıda birileri var? Onlardan yardım isteyelim... dedim tam o anda, yukarıda farkettiğim iki insanı görür görmez.

Genişçe yokuşu çıktıktan sonra tam yardım isteyecektik ki, gördüğümüz görüntü kaçmamızı gerektiriyordu, zira oradakiler, insan değil, uzun kafalı, kırmızı gözlü yaratıklardı... Diğerlerinin yanına koştuk direk ve oradan kısa bir yürüşüyün ardından tamamı Roma tarzında, taşlardan yapılmış bir şehre girdik. Lakin her yer, o garip insanlardan doluydu. Kör olduklarını o ara farkettik.

Şehrin içinde koşarken birden bir labirent'e girdik... Nereye gideceğiz, derken labirentin içinde karşımıza, yanımızdaki 4 kızın babaları olduğunu iddia eden, neredeyse aynı takım elbiseyi giyinmiş ellerinde şemsiye 4 adam çıktı... 

"Oh şükür, bulduk kızlarımızı!!!" diyerekten bize doğru yaklaşırlarken durdurduk onları ve kızlara döndük: "Bunlar babalarınız mı sizin?"

Biri cevap verdi:
 - Evet, ama babam ne böyle giyinir ne de konuşur. Ben hiç hoşlanmadım bu durumdan...

Bunun üzerine adamları başımızdan savıp devam ettik labirente ve bir şehre çıktık yine... Soğuk, donuk, karanlık ama kalabalık bir şehre... Sağa sola bakınırken, tabelalarda, reklamlarda yazan Kril alfabesini farkettik. Tam kril alfabesinden dolayı herhalde Rusya'da bir yerde olsak diyecektim ki, yazanlar Türkçe idi!

O an neye uğradığımızı şaşırarak devam ettik ve ilk karşılaştığımız iki kıza sorduk: "Neler oluyor, neredeyiz biz?"

Kızlar şaşkın şakın birbirine bakıp:
 - Eski Türkçe? Eski Türkçe mi konuştu bunlar? dediler... Kzıların konuştuklarını az buçuk anladık...
 - Niye kril alfabesi kullanıyorsunuz?
 - Kril alfabesi ne demek ya? Başka alfabe var sanki... Bin yıllardır bu alfabeyi kullanıyoruz...
 - Bin yıllar?
 - Dalga mı geçiyorsunuz bizimle?
 - Afedersiniz ama hangi yıldayız biz!
 - 27152!!!



Hayır, hayır, hayır! 27152? Nasıl yani....Bir an her şey değişti, çevreye bakışımız, algımız... Peki neden süper modern bir şehirden öte '80 Yugoslavya'sı tadı veriyordu heryer?

Kızlar devriye polislerini aradılar derhal. Polis geldi, gecikmeden. Kırmızı ilginç bir kıyafet giyiyorlardı. Bizi anlamakta zorluk çektikten sonra damgamızı göstermemizi istediler bizden. Damga?? Bir süre birbirimizi anlamaya çalıştıktan sonra, Murat cebinden kimliğini çıkardı ve bunun üzerine gerçekleşen uzun telsiz görüşmelerinden sonra, tutuklanarak bir polis trenine bindirildik. Şehrin tramway hattında dolaşan bir polis treni.

Murat'ı yanıma oturttum trende... 25 bin yıl. Yüzyıl değil, bin yıl değil, 25 bin yıl geleceğe gitmek!!? Tam o esnada arkamdan kulağıma fısıldadı birisi: "Ne hissettiğinizi ben çok iyi biliyorum, evet 25 bin yıl!!!"....

O fısıltıyla birlikte odamda buldum kendimi. Sağıma soluma bakındım. Omzumda inanılmaz bir ağrı vardı... Bir iki saniyeden sonra farkettim uyandığımı...

Uyuyakalmak kötü... Hele ki ters bir şekilde, omzun üstüne yatarak. O değil de, hâlâ acıyor omzum...



Peri Fırtınası - 1. Bölüm

Haziran 06, 2011
Hayal bile değildi zaman yolculuğu...

Ama her şey, hocam ve 2 arakdaşımla beraber o ıssız tepeye gitmemizle başladı... Uzaktan bile hoşuma gitmemişti görüntüsü. 


Arabadan indiğimizde bir grup insan karşıladı bizi. Çok yüksek güvenlik önlemleri altında korunan böyle bir yerde bizim ne işimiz vardı hiç bilimiyorum. "Her şey hazır mı hocam?" dedi adamlardan birisi. "Planlandığı gibi..." cevabını verdikten sonra hocam, içeriye buyur ettiler bizi.

Önce ben geçtim dar kapıdan ve onu takip eden dar ama kısa merdivenlerden. Yarım kat yukarıdaki salonda beyaz kazaklı, saçı at kuyruğu bir kız dışında 5 adam vardı, hepsi takım elbiseler içinde.

Sonradan bir kişi daha geldi ki içeri, ben o anda ne olup bittiğini hızlı bir şekilde anlamam gerektiğini farkettim. Uzun süredir aranılan meşhur bir suçluydu bu adam. Mafya'nın allahı... Oturdu yavaşça, son kalan, boş, siyah deri koltuğa ve bana döndü: "Hoş geldiniz Aziz bey..."

Bir an nevrim döndü! Ben hocamın ve arkadaşlarımın da içeriye geçeceği düşüncesi içersindeydim ve hatta beklemekteydim o ana kadar lakin, onlar anlaşma karşılığı beni getirmişti bu adama. Bir yandan bu adamın beni ne yapacağını düşünürken, o yine konuşmaya başladı, yanındaki çekmeceden şırınga tabancasını çıkarırken:

 - Buralarda işler pek öyle beklendiği gibi gitmiyor bu aralar, her şey pek yolunda değil. Tabi ki, bunların da belli başlı sorumluları var...

Tüm bunları söylerken  bir doz ilacı doldurdu tabancaya, yine yavaşça ve yanımdaki Fehmi Bey'e seslendi, arkanızdaki kutuyu bana uzatır mısınız diye...  Fehmi Bey'in ise arkasına dönmesiyle, o koca bir doz zehirli ilacı boynundan yemesi bir oldu ve koltuktan düşerek can verdi gözümüzün önünde... Hemen ardından küçük kıza doğru çevirdi silahı adam ve küçük kız bir anda eğilerek;


 - Dede yaaa!..... Yapma şöyle....
 - Bu veledi de vuracağım bir gün ya, kıyamıyorum işte... Lafı uzatmadan, siz şimdi odanıza geçin Aziz Bey... dedi silahı bana doğrulturken ve ekledi... ...ve sorumsuzların başına ne geldiğini unutmayalım!


Herkes odayı terketti ve ben fırsatını bulup, kapıdan çıkıp, şansıma kaçtım oradan... Ama nasıl bir kaçış!

Şehre döndüm... Çok sevdiğim -ve hoşlandığım- bir arkadaşımla karşılaştığımızda o da arandığını anlattı aynı adamlar tarafından ve benzer bir hikaye gelmişti başına. O sırada tam telefona sarılacaktım ki, benim peşimde olabilirler lütfen gidelim demesiyle kendimizi bir ara sokakta koşarken bulduk... Viyana'nın o dar ve güzel sokağından ele ele koşarken sevdiğim kız ile, bir şeyden kaçmıyor olmayı yeğlerdim, ama...

Maalesef geri götürüldük. Bir de üzerine güveliğin artırılmış olması sürprizi eklendi... Fakat yine de durmak akıl kârı değildi, arkadaşımı ikna ettim kaçmak için ancak başarılı bir girişim olmadı. En azından kafaladğımız bir güvenlik görevlisinin odasında saklanıyorduk artık, Peri Fırtınası'na kadar...

...





(Resimler: Lupum SinguraticumCarola Angulo)

05 Haziran 2011

To Write List

Haziran 05, 2011
Çok uzun bu yazılacaklar listesi artık... Her ne kadar bunların birçoğu taslaklarda üç beş karalanmış olsa da, bir süre zamanımı bloga harcamam gerekiyor zannedersem...

Yazılacakların arasında en baba olanlar Seyahatname-cikler şu durumda... Zira 2009'da ben Kore'ye gittikten sonra 8 ülke, 10 binlerce kilometre daha gezdim...

Diyaloglar'ın belirli bir gelme sıklığı olmasa da, bazıları sona geliyor... Duygusal Diyaloglar çok önceleri bir sona gelmişti zaten. Arzulu Diyaloglar'ın da büyük finalini umarım yakın zamanda yazabilirim sizlere... Geriye kalan diyaloglar (Onurlu, Neşeli, Şaşıran ve Numaradan) ise, kişilerle görüşme sıklığına ve/veya malzemeye bağlı olarak gelişiyor...

Ancak tüm bunların arasına yeni bir diyalog serisi de eklenecek yakında: Büyülü Diyaloglar!

Kayıp Sermaye ve Külliyen Yalan serilerinin hali hazırda birkaç yazısı daha var gelecek olan.

OUATIML ve Boş Konuşma ise konu geldikçe devam ediyor zaten.

Neden böyle bir bilgilendirme yapma gereği duydum hoş, onu da bilimiyorum ama zannedersem, yazmam gereken yazıları yazma hatırlatması yapıyorum kendi kendime.

02 Haziran 2011

Tasarım vesaire vesaire...

Haziran 02, 2011

Uzun bir süre önce blogun tasarımı için epey uğraştım... Aslında tüm bu çalışmalar aşağı yukarı  yıl önce Foliage teması ile tanıştığımda ortaya çıktı.


Foliage (şu andaki blog tasarımı) esasen bir wordpress teması iken blogger formatına dönüştürülmüş. Ancak bu noktada benim hoşuma gitmeyen bazı noktalar vardı ve bunlarla ilgili tema üzerinden çalışmaya başladım.

- Blogger formatına dönüştürülen orijinal tasarımda sağ menü yoktu. Dolayısı ile bir süre vakti, sağ menü oluşturmaya harcadım. Ve başardım. 
- Fakat bundan sonraki ilk problem sağ menü üzerine gadget yerleştirememem oldu. Bunu da bir şekilde çözdüm. 

- Gerekli düzeltmeleri yapıp, türkçeleştirdikten sonra temayı yayına koydum...

Ancak tabi sorunlar halen bitmiş değil:

- Sorunlardan bir tanesi madde imi kullanamamam. Madde imleri kullandığımda çıkan küçük gif resmi, ilk karakterlerin üzerine denk geliyor...
- Sağ menüdeki etiketlerden birine tıklayınca gelen sonuçlar, sağ menünün bittiği yerden itibaren görüntülenmeye başlıyor... Nedenini halen çözemedim...
- Sağ menü'ye istediğim gadgetı kolayca ekleyemiyorum çünkü kontrol panelindeki, "gadget ekle" butonundan eklediklerim menüde görüntülenmiyor. Html'den eklemek zorunda kalıyorum...

Velhasıl, umarım yakın zamanda bu problemlerin de üstesinden geleceğim. En son olarak yaptığım değişik, yukarıdaki ajax (tut-çek) menüye internet ortamındaki diğer sayfalarımın linklerini ekledim. DeviantArt, Portfolio, IMDb, vs...

Umarım bir gün sorunsuz bir şekilde bu temayı kullanabilmek üzere....

01 Haziran 2011

Post-op

Haziran 01, 2011

Başarılı bir operasyon geçirdikten sonra, bir hafta önce eve döndüm... Dün'e kadar devam eden şiddetli sızılar kendini çok hafif, hatta kendini hissettirmeyen minik sızılara bıraktı... 



Tamponların alınmasından sonra gelen burun tıkanıklığı ise dün tamamen kaybolduğu için, tekrardan derin bir nefes aldım her iki burun değilimden de...

Ne var ki, alışmış olduğum için, ağzımdan nefes alıp vermemek mümkün değil benim adıma ama, her hava darlığında, sigara dumanında, nefessiz kalmaktan kurtulmuş oldum bu sayede... 

Derin bir oh çektim yani...

Hmm.. Bir de, bıyıklarımı da korudum :)

23 Mayıs 2011

Ameliyat Yılı

Mayıs 23, 2011
2011 resmen ameliyat yılı oldu... Seneye bir ameliyatla başlamamın üzerine yarın sabah yeni bir ameliyat oluyorum...

Yarın için ise ameliyat değil de, bıyıklarımı kesecek olmak korkutuyor... :)

14 Mayıs 2011

Bu Hesapta Bir Yanlışlık Var!

Mayıs 14, 2011
Seçimlerin yaklaşması ile herkesin en büyük derdi AKP'nin bu kadar büyük bir oy oranı ile tekrar iktidar olması... 


İşte bu noktada, bu paniği ortadan kaldırmak için ortaya atılan fikirler ve görüşler de sanki çaresizlik itirafları gibi... Solda birlik, Oyların CHP'de toplanması, "Barajı geçemeyecek partiye boşuna oy atmayın" söylemleri, ortada birlik, köşede birlik, kafede birlik falan...

Ama işte ne yazık ki bunların hepsi çaresizlik söylemleri olduğu için olması gerekeni yansıtmıyor ve Türkiye'yi olması gerekenden daha fazla karanlığa itiyor.


Kendi adıma, şu an favori olan 3 partinin genel başkanlarından da haz etmediğimi not düşeyim öncelikle. 

"Peki şimdi sorun nerde, AKP'nin karşısında tek güç olabilmek neden kötü bir şey olsun ki?" diyenleriniz çok ama unutmayın, panik hallerinde genelde insanlar düşünmeden hareket etme eğilimindedirler. Bu da o hareketlerden birisi. 

Şimdi yavaş yavaş bu durumları irdeleyelim... Herkesin ağzından bu aralar çıkan sözlerden birisi şu: "Yahu X partiye oy vereceğine CHP/MHP'ye oy ver bari de oyun işe yarasın". Bu durum karşısında gidip CHP veya MHP'ye oy veren çok kişi oldu geçen seçimlerde ancak unuttuğumuz bir şey, Türkiye'nin yönetim şeklinin Parlamenter Cumhuriyet olduğu ve bu yolun çok partili bir rejimden geçtiği.

2007 seçim tablosunu beraber inceleyelim: 
Soldaki sonuçlar 2007'de partilere atılan oy oranlarına göre ülke geneline dayanarak benim hazırlamış olduğum tablo. Oy oranları birebir olsa da, milletvekili sayılarının çakışmamasının sebebi Bağımsızlar'ın hesaba katılmamış ve sonuçların şehir değil ülke bazında hazırlanmış olması.

Şimdi gelelim, tablomuza göre AKP %46,6 oy oranı ile 314 Mv çıkarmış iken CHP %20,9 ile 140 ve MHP %14,3 ile 96 Mv çıkarmış durumda. Tabloda DP'nin %5,4 GP'nin ise %3,0'da kalmış olduğunu görüyoruz. Yani mecliste AKP 550 sandelyenin 314'üne sahip. Ya da diğer bir deyişle AKP karşısında 236 Mv var.

Şimdi bu seçim sonuçları üzerinden AKP'nin oy oranını ve oy sayısını sabit tutarak, bir partiyi daha parlamentoya dahil edelim. 

Tablo'daki sırada ilk parti DP. Şimdi CHP'nin %4,6 oyunu DP'ye kaydıralım ve DP'de meclise girsin. Sonuçlar aşağıdaki gibi değişecek:
Tabloda gördüğümüz gibi AKP'nin oy oranını sabit tuttuk ve CHP'nin oylarının %4,6'sını DP'ye kaydırdık. Böylece DP 63 Mv ile meclise girmiş oldu. 

AKP'nin oy sayısını/oranını değiştirmemiş olmamıza rağmen değişen bir sonuç var: DP'nin de meclise girmesi ile MHP sadece 6 Mv kaybederken AKP 20 Mv kaybetti.

Meclis'e girmiş olan tüm partilerin Mv sayıları azalmış da olsa, DP sesini yükselterek demokrasiyi güçlendirmiş oldu. Ya da diğer bir deyişle, meclisteki sandalye sayısı AKP'nin aleyhine, 294 - 256 şeklinde değişmiş oldu.

Peki, meclise bir parti daha ilave edelim ve bu da sıradaki GP olsun. Bunun için yine AKP'nin oy sayısını/oranını sabit tutarken MHP'nin oylarının %4'ünü ve CHP'nin oylarının %3,1'ini GP'ye kaydıralım. Sonuç aşağıdaki gibi:

Böylece GP 62 Mv ile meclise girerken DP'nin 2 Mv kaybettiği koşullarda AKP 9 Mv kaybetti. Meclisteki dengeler ise AKP aleyhine 285 - 265 olarak değişti.

Peki bu iyi bir durum mu? Eğer derdiniz AKP'nin tek ses olmasını engellemek, demokrasiyi geri getirmek ise evet. Ancak derdiniz AKP'nin karşısına başka bir tek ses çıkarmak ise, hayır. Ancak bu noktada sorunun zaten demokrasi eksikliği olduğunu, çok partili bir rejimden sadece iki partinin hakim olduğu bir rejime geri döndüğünüzü hatırlatırım.

Ama yine de, CHP'nin çok mükkemmel bir politka izlediğini ve MHP'nin de bazı oylarının CHP'ye kaydığını düşünelim. MHP'nin %14,3 olan oy oranını kaydıralım CHP'ye. Mesela MHP'nin oylarının %5,7'sini kaydıralım ve CHP mecliste daha güçlü yer alsın. Bu duruma göre;
MHP meclis dışı kalmış oldu ve CHP 60 Mv daha kazandı mecliste. Hesaplamalar yine AKP'nin oy sayısının/oranının sabit kalması üzerine dayanıyor.

Ancak bu durumda daha kötüye değişen bir durum daha var. MHP'nin oylarının %5,7'sinin CHP'ye kayması ile CHP mecliste 60 Mv kazanırken, AKP de 36 Mv kazanmış oldu. Yani 2007 genel seçimlerinde tablo AKP 314, diğer 236 iken, bu durum AKP lehine 350 - 200 olarak değişti.

İşte bu noktada, sağda birlik, solda birlik, oyların tek bir yerde toplanması çalışmalarına geri dönüyorum. AKP iktidar olarak, eski iktidarlardan daha çok İYİ iş yapmıştır. eski iktidarlardan ise daha az sayıda kötü iş yapmıştır (yaptığı kötü işlerin ÇOK kötü işler olduğu ayrı yana). En az eski iktidarlar kadar yemiş, eski iktidarlardan daha fazla kadrolaşmıştır.

Fakat, sorun AKP'nin ne kadar iyi, ne kadar kötü iş yaptığı, ne kadar kadrolaştığı, ne kadar yediği değildir. Sorun AKP'nin elindeki gücü koruyarak daha kötü işlere yelken açmasıdır ve bunların hiçbiri YGS ile, KPSS ile alakadar değildir. AKP'nin oyununa gelen sevgili KILIÇDAROĞLU ise, 80 milyon insanın kaderi ile ilgilenmek yerine, medyayı YGS ile meşgul ederek, olan biteni örtpas etmektedir.

İşin siyasetine fazla dokunmadan, konuma döneyim. AKP'nin bu konuda en büyük gücü, farklı seslerin mecliste temsil edilememesidir, tek sesliliktir. Çözüm AKP'nin karşısına başka bir tek ses çıkarmak değildir. Zira, bunun ne kadar tehlikeli olabileceğini, AKP'nin oyları sabit kalsa da ne kadar onların işine geldiğini galiba anlatabildim.

Yapmamız gereken Türkiye'nin AKP - CHP - MHP üçgeninden oluşmadığını hatırlamaktır.

Burada anlattıklarım AKP yandaşlığı ve/veya CHP/MHP karşıtlığı gibi, hele DP veya GP sempatizanlığı olarak anlaşılmasın. Sadece son zamanlardaki aşırı partizanlıklara kızgınım zira Türkiye'nin sorunu partizanlık iken, daha da partizanlaşarak bu sorunu çözemeyiz...

Bir şeylerin değişmesi umudu ile,

Saygılarımla...


(Not: Kullandığım resimleri Isaac Roca'nın geliştirdiği D'Hont Metodu Hesaplama Programı aracılığı ile aldım. Program'da yaptığım olasılıkların linki'de aşağıdaki gibidir, detayları inceleyebilir, istediğiniz gibi oynayabilirsiniz:

07 Mayıs 2011

Anonymous Follower

Mayıs 07, 2011
Bloguma gelen son iki yorumdan ilk etapta şüphelenmiştim. Çünkü çok anlam içermeyen cümlelerdi ama bir şekilde de alakaları vardı yazılar ile...

İçinde herhangi bir bağlantı da bulunmadığı için daha sonrasında spam olmadıkları, yurtdışından birisinin blogumu Google Translate aracılığı ile takip edip, yorumlarını da google translate aracılığı ile çevirip gönderdiği kanısına vardım.

Zira mantıklı düşününce doğru da... Dolayısı ile bu yazı O kişiye ithaf edildi...

So, it's all about a new visitor of mine who follows my blog and leaves comments even Turkish... I am so happy and that's so sweet of you. But the fact that Google Translate doesn't work good for Turkish and, you can leave your comments in English... And If you want, upon your request, I will be glad to translate what I write and may be also post them on my English blog which is storytothelife.blogspot.com .

However, thank you so much my dear visitor... You made me happy!

P.S. It is my assumption that you exist and I will be even more happier if you really do exist -yeah the person that left the comments on my last 2 entries before that-!

Ne İzliyorum?

StZiza

En Son Yazılar

randomposts